Hakikat dükkânları kapandı kapanacak!
Geçen yazıda televizyonların Ramazan boyunca yayınladığı programlardan istifade ettiklerimi yazarken Ahmet Murat'ın farklı konuklarıyla yaptığı Kırk Hadis sohbetlerini unuttuğumu fark ettim ve üzüldüm. Hem seviyesi ve muhtevasıyla, hem de irfanî kültürümüzün çok önemli bir cüzü olan "Kırk Hadis" geleneğini hoş bir ekran kompozisyonuna dönüştürerek ihya etmiş olmasıyla unutulmayı hak etmeyen bir gayret vardı ortada. Bugün bu hatamı telafi ederek Ahmet Murat'a ve konuklarına bir izleyicileri olarak teşekkürlerimi iletmek isterim.
Ramazan ayı için düşünülen bütün bu programlara hiç kuşku yok ki hepimizin ihtiyacı var. Hem Ramazan ayının manevi iklimi içinde bu ihtiyaç var, hem de iki Ramazan ayı arasındaki diğer on bir ay boyunca... Hatta işe biraz daha derinlemesine bakarsak, asıl o on bir ay boyunca ihtiyacımız var. Ramazan boyunca tuttuğumuz oruçlar, okunan mukabeleler, kılınan teravihler dinimizle kalbimiz arasındaki bağları zaten epeyce sıkılaştırıyor. Ramazan adı üstünde rahmet ayı, bütün gönül çoraklıklarımıza bir serinliği mutlaka dokunuyor.
Ama ya sonra...
Ramazan ayını "on bir ayın sultanı" bilerek ihya etmek elbette çok güzel... Ama oruç tamam olup "Elveda ya şehr-i Ramazan" sedaları kubbeleri doldurmaya başladığında, içimizin sahillerine hüzün yerine sevinç dalgaları vurmaya başlıyorsa eğer; işin idrak ve tefekkür kısmında bir şeyleri eksik bıraktığımızı da kendimize itiraf etmeliyiz. Kim üzerinde bu kadar çok dünya gafleti, bunca yalana bulanmışlık, bunca ihtiras kiri varken, böyle bir rahmet sağanağında arınmaktan kaçabilir, kaçınabilir ki? Bir aydır varlığımıza bereket taşıyan hidayet dükkânlarını kapatıp; kendimizi gafletin, aldanmışlığın, idraksizliğin ticaretine geri mi bırakacağız yani? Böyle yaparsak eğer; "mevsimlik Müslümanlık" ya da "vardiyalı kulluk" olmaz mı bu yaptığımız?
Zamanın içine rahmet kandilleri yakmış ki Allah (c.c.); karanlığa karşı zayıflayan idrakler yeniden bütün canlılığıyla aydınlansın, şenlensin. Bu şuur, zamanı boydan boya ya da daha derûnî bir ifadeyle bütün "an"ları tek tek ihya edebilmemiz için bize verilmiş azık olsa gerek. Oruçlu günlerde oruçsuz zamanların hasretini çekiyor isek eğer; orucun bereketi bir yaz yağmuru gibi varlığımızı yalayıp geçiyor demektir. Oysa bir sonraki Ramazan'a kadar geçen on bir ayı da bereketlendirecek, gönülleri imanla serinletmeye yetecek bir rahmet sağanağıydı yeryüzüne yağan... Ramazan'ın bizdeki hükmü on bir aya sözünü dinletemiyorsa, o nasıl sultanlık olur? Kandıksa orucu yaşamaya eğer; demek ki kandırdık biraz da kendimizi.
Böyleyiz biz, böyle bir zamanın çocuklarıyız. Ne yapsak eksik ve kusurlu... Neyi tutsa bir yanımız, diğer yanımız bir an evvel bırakmaya meyilli...
Demem o ki; ihtiyacımız var her daim hakkı, hakikati hatırlatan uyarıcılara... Dünyanın imtihan yeri, dünya hayatının yalan, dünyaya çağıran cümle bezirgânların yalancı olduğunu... O halde neden kaldırılıyor bu hikmet sofraları ekranlardan, neden indiriliyor bu hakikat dükkânlarının kepenkleri... Din bir gün raflardan indirilip, ertesi gün yeniden rafa kaldırılabilecek bir şey mi? Ömrümüzün değil, yıllarımızın değil, saatlerimizin değil, tek tek nefeslerimizin hakikati değil mi?
Zamanın sahibi var ve hiç şüphe yok ki on bir ay her anıyla özleyecek sultanını. Ya bizler? Bir gün aniden kopabileceği bir yere kadar incelmeye mi bırakacağız bizi hakikate tutunduran idrak bağlarımızı!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.