İnsanlığımızı unutmadan yaşayalım!
İnsan unsuru, bütün toplumsal hareketlerin omurgasıdır. Bir hareketin geleceği, insana verdiği değere bağlıdır. İnsana değer vermek; kendi insanının değerini bilmekten geçiyor. İşin başı iyi insan olmaktır. İyi insan da millî ve manevî değerlerle mücehhez insandır. Mutlu insandan ne bekleriz? İyi insan, iyi eş, iyi anne baba, iyi evlat, iyi vatandaş, iyi öğretmen, iyi bürokrat, vs. Nasıl bakıyoruz hayata ‘iyi insan’lar olarak? Beklentilerimiz arayışlarımız, duyarlılık göstergelerimiz nelerdir? Şöyle bir bakalım içimize gönlümüze, halimize. Bozulan bir şeyler var ve biz onları hiç görmek istemiyoruz. İyi insan olma kavramının günümüzde bir özel değişim geçirdiğini görüyoruz. Bu kavram artık eskisi kadar şümullü ve verimli bir nitelik taşıyamıyor. Tezahür kanallarında ve damarlarında, bakımla ve beslenmeyle ilgili bazı tıkanmalar yahut daralmalar olmuşa benziyor. “Başarı”dan sadece okulu, diplomayı, yabancı dili anlamayalım. “Hayırlı evlat” kavramı da gündemimizde olmalı. Herhalde bir gün cevabı verilmese de “İyi insanlar ne oldu size?” diye de sorulacak. Taşa-toprağa verdiğimiz önemi insana vermezsek, mal-mülk için ölümü göze alır da insanımızın kurtuluşu için hastalanmazsak idrakimizde sıkıntı var demektir. Maddî denge, manevî denge, mutluluk dengesi... Ferdî denge, sosyal denge, genel mutluluk dengesi. İnsanlığın aradığı bu. Peki, bulduğu ne? Modernite!... Modernitenin insana sunduğu oyun ve oyuncaklar… “Değerlerin donattığı insanların yaşadığı toplumlar mutlu olmazlar mı?” Olurlar. Ancak değerlerin donattığı insanları yetiştirelim, onların meydana getirdiği toplumları inşa edelim. Sonra “mutluluk” bekleyelim olmaz mı? Menfaate dayanan bir düzenin, insanı mutlu etmesi mümkün değil. Değerlerin donattığı insanların yaşadığı toplumlar, taşınan değerler yaşanırsa elbette mutlu olurlar. Değerler, emanet veya yük gibi taşınmazsa. Mutlu insan olma kavramının günümüzde bir özel değişim geçirdiğini görüyoruz. Bu kavram artık eskisi kadar şümullü ve verimli bir nitelik taşıyamıyor. Tezahür kanallarında ve damarlarında, bakımla ve beslenmeyle ilgili bazı tıkanmalar yahut daralmalar olmuşa benziyor. Herhalde bir gün cevabı verilmese de “İyi insanlar, huzurlu, mutlu insanlar ne oldu size?” diye de sorulacak. Uzatmak istemiyorum. Ancak kendimize bakmalıyız; “ne durumdayız?” diye.
Bugünlerde, evlerimiz daha büyük ama ailelerimiz daha küçük. Konforumuz arttı, ama zamanımız daraldı. Uzmanlıklar arttı, ama problemler de arttı. İlaçlar çoğaldı, ama hastalıklar da çoğaldı. Konforumuz arttı, ama gülümsemelerimiz azaldı. Tanıdıklarımız arttı, ama dostlarımız eksildi. Çabalarımız arttı, ama mutluluklarımız azaldı. Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz. Varlığımızı artırdık, ama değerlerimizi yitirdik. Tribünleri doldurduk, ama gönülleri boşalttık. Para kazanmayı öğrendik, ama yuva kurmayı beceremedik. Atomu parçaladık, ama önyargılarımızı yıkamadık. Acele etmeyi öğrendik, ama sabırlı olmayı öğrenemedik. Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık. Havayı temizledik, ama ruhları kirlettik. Hırsımız çoğaldı, kanaat, sabır, şükür, rıza yok oldu. Benzer cümleleri çoğalttığımızda millî-manevî değerleri layıkıyla veremediğimiz ortaya çıkmıyor mu? Verdiğimiz değerlerin hayat tarzımıza yansıması gerekmez mi? Sebebi olduğumuz problemlerin sonucundan şikayete hakkımız var mı? Değer ölçüleri, insanın ruhuna ve o ruhtaki manaya göre belirlenmeyince vasıtalar gaye oluyor, gayeler vasıta… Bu da “kurumlar insan içindir” düşüncesi yerine, “insan kurumlar içindir.” Fikrinin yerleşmesine sebep olur. Bu durum insana özel önem veren kültürümüze de terstir. Eğer insan yetiştirmiyorsak, insana hizmet etmiyorsak, ihtişamlı binalarla, şişkin hesaplarla, vitrin süslemeleriyle bir yere varamayız. Bazı şeyleri çok yapmak, hiç yapılamayanları telafi etmez. Yapılması gerektiği halde yapılmayan yahut yapılamayan öyle şeyler vardır ki; onların telafisi olmaz, ikamesi ve alternatifi olmaz. Uyuşturucusu, unutturucusu, maskesi, örtüsü olmaz. Onların bırakacağı boşluk, zehir gibi zıpkın gibi işler insanın içine. Neticede tedrici zehirlenme, güle oynaya zehirlenme diyeceğimiz hal meydana gelir. İnsan kaybolur. İnsanın kaybı ise en büyük kayıp. Onun için “değerler eğitimi” çok önemli. Modernite, insana sunduğu oyun ve oyuncaklarla insanı ve insanlığı kaybettirdi. Sonuçta insanı kaybederek, insanı harcayarak elde edilecek hiçbir kalıcı başarıya ulaşılamadı. Değerlerden insanı uzak tuttu, tehlikeli gördü. Diğer bir ifade ile “değersizleştirdi.” Unutulmamalı ki kendi insanını, ilkelerini, ideallerini feda edenler, sonunda insansız ve imkansız kalmakla cezalandırılırlar. Hiç bu kadar ihmal etmemiştik insanımızı, onun hayatını. Hayatın gerçekliğini, özünü, öz anlamını… Sanki nimetlerin de musibetlerin de tam farkında değiliz. Düşünmeyen, şükretmeyen, kaygılanmayan, sevmeyen, üzülmeyen, sevinmeyen, özlemeyen, bir yaşayış paketini mutlak veriymiş gibi uygulayıp gidiyoruz. Gönüllerimizin topraklarımız gibi hızla çoraklaştığı günümüzde; ayağı ayakkabıya, eli eldivene, gözü gözlüğe, kulağı küpeye, vücudu elbiseye feda etmeyelim. İnsanları değersizleştirip, taşa-toprağa-binaya da feda etmeyelim. Binalar insansız kalacağına, insanlar binasız kalıversin! İnsanımıza kıymayalım, insanımızı kaybetmeyelim, insanımızı harcamayalım! İnsanlığımızı da unutmayalım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.