Ali Ferşadoğlu

Ali Ferşadoğlu

Etkili hitabet ve kitabetin püf noktaları

Etkili hitabet ve kitabetin püf noktaları

Hitabet veya kitabette (konuşma ve yazmada) dikkate almamız gereken “belâgatın püf noktalarına” işaret etmeden önce belâgatın tanımını nakledelim:

Arapça “b-l-ğ” kökünden gelen belâgat; sözün güzel, tesirli, fasih (düzgün açık) bir şekilde muhataba ulaştırılmasıdır.
Diğer bir tabirle belâgat; güzel ve hoş söz söyleyebilme maharetidir. Yani bir sözün, yerine, zamanına, muhatabına göre ölçülü, dengeli, kusursuz, düzgün ve fasih bir biçimde anlatılmasıdır.
Belâgat, “meânî, beyân ve bedî” olmak üzere üç kısımdır.
* Meânî; sözün durum ve şartlara, hitap edilenin seviyesine uygun olması.
* Beyân, anlatılmak istenen maksadı tesirli hâle getirip asıl söylenmek istenen şeyi ön plana çıkarıp, açıklama maharetidir.
* Bedi’; mânâsı yerinde, açık anlaşılabilir olan sözü, yapmacığa kaçmadan, bir ölçüde süslenmesidir.1
Düşünce ve duygularımızı seslendirmenin veya kâğıda dökmenin ana ukdelerini şu beliğ ifadelerden çıkarabiliriz:
“Efkâr ve hissiyatın mecrâ-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise mantıkla müşeyyeddir. Mantıkın üslûbu ise, müteselsil olan hakaike müteveccihtir. Hakaike giren fikirler ise, karşısında olan dekaik-i mâhiyatta nâfizdirler. Dekaik-i mahiyat ise, âlemin nizam-ı ekmeline mümidd ve müstemmiddirler. Nizam-ı ekmelde herbir hüsnün menbaı olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise, mezâyâ ve letâif denilen belâgat çiçeklerinin bostanıdır. Çiçeklerin bostanı, cinan-ı hilkatte cilveger olan, ezhara perestiş eden ve şair denilen bülbüllerin nağamâtıdır. Bülbüllerin nağamâtına âheng-i rûhanî veren ise, nazm-ı maânîdir.” 2 Açmaya çalışırsak;
Sözlü veya yazılı kelâmdan maksat, meramın anlatılmasıdır. Yani, düşüncelerin, hissiyatın veya görüp duyulanların muhatapların anlayacağı tarzda beyan edilmesidir.
Arklar, dereler, çaylar, nehirler tabiî, fıtrî mecralarına aktıkları gibi, konuşma ve yazmada da kelime ve cümleler manaya akmalıdır. Belâgatta iki ana unsur ortaya çıkar: Lâfız ve mana.
Hatip veya yazar, lâfız ile mananın birbirini tamamlamasına özen göstermeli. Ancak, lâfzın mananın önüne geçmesine müsaade etmemeli.
Zira, lâfız, mananın elbisesidir. Elbisenin birinci fonksiyonu, tesettürü sağlamasıdır. Evet, lâfız düzgün, ölçülü ve süslü olmalı, ama mânâyı örtecek kadar süslü olmamalıdır. Keçiboynuzu gibi de olmamalı. Bir damla bal almak için bir sürü odunu çiğnetmemeli. Yani, posa kelime çok, ama anlam yoksa, lâf salatasından öteye geçmez!
Mânâ dilber; lâfız ise elbisedir. Dilbere güzel elbise yakışır. Fakat, mânâ, elbiseden daha güzel olmalı. Çirkine güzel elbiseler giydirerek gerçekte onu güzelleştirmek mümkün olmadığı gibi; çirkin manaları süslü lâfızlarla güzelleştirmek imkânsızdır.
İşte, duygu ve düşüncelerin tabiî mecraı, mananın düzenlenmesi, tertibi, dizilişi özellikleridir. Bir okuldaki sıraların ve diğer araç-gereçlerin düzenli bir şekilde yerleştirilmesi gibi, “nazm-ı maânî” ile konuşma ve yazmada kelime ile cümlelerin bir anlam düzeni içinde ifade edilmesini anlarız.

Dipnotlar: 1- Ötüken Ansiklopedisi, C. 1, s. 353. 2-Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat, YAN, Temmuz 2006, s. 121.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Ferşadoğlu Arşivi