D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Tarih Kurumu tarih olur mu?

Tarih Kurumu tarih olur mu?

Tesadüfe bakın: Türk Tarih Kurumu, Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti adıyla 1931 yılının nisan ayında kuruldu, ağustos ayının son günlerinde ise, M. Kemal Paşa, Cemiyet’e şu ibareyi ihtiva eden ünlü mektubu gönderdi: “Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

“Tesadüf” tam 80 yıl sonra bu Kurum’u da içine alan, belki de Tarih Kurumu’nu tamamen ortadan kaldırabilecek olan bir kanun taslağının hazırlanmış olması!
Taslağa göre, Tarih ve Dil Kurumlarının tüzel kişilikleri kaldırılıyor ve Atatürk’ün vasiyeti ile sahip oldukları haklar ve gelirler “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na devrediliyormuş. Bu arada, Türk Tarih Kurumu’nun başkanı Prof. Dr. Ali Birinci’nin görev süresi de uzatılmıyormuş...
Türkiye son yıllarda iktisadî, siyasî ve dış politika gelişmelerine odaklandığı için, kültürel arkaplan fazlasıyla unutulmuş/ihmal edilmiş durumda.
Kültür Bakanlığı’nın/bakanının durumu malûm. Hani “stratejik derinlik” deniliyor ya. Bu “derinlik”, kültürdür, medeniyettir. Sınırları aşan ortak bağlar ve değerlerdir. Türkiye stratejik derinlik üzerine siyaset kurarken, bu alan hızla sığlaşıyor. Kültürel arkaplanın ihmali bugün fazla dikkat çekici sonuçlar ortaya koymayabilir, ama uzun vadede bütün geleceğimizi etkileyecek bir tesir icra edeceğinden şüphe etmemelidir.
Tarih Kurumu’nun ve Dil Kurumu’nun hikâyesi artık çok fazla bilinmiyor, çok merak da edilmiyor. 1930’larda bu kurumlar meydana getirilmiş ve üzerlerine büyük yükler yüklenmişti. Devlet, ideolojisini dil ve tarih alanlarında doğrulayacak çalışmaları yapmayı bu kurumların omzuna yüklemişti. Böyle bakılırsa, bu kurumların ilmi açıdan çok da hayırla yad edilecek şeyler yapmadıklarını söyleyebiliriz. Yine de bir alana hangi maksatla girilmiş olursa olsun, eğer işin içinde ehil kimseler, ilim erbabı olursa, iyi şeyler de yapılır. Dil ve Tarih kurumlarının şiddetle eleştirilecek işleri olduğu gibi, güzel, semereli çalışmaları da olmuştur.
Bu kurumlar 1950’ye kadar devletle, hükümetle paralel çalışmışlar, kültür siyasetinin belirlenmesinde rol oynamışlardır. Buna rağmen devlet kurumu değil, “dernek” statüsünde idiler. Bu dernekleri diğer derneklerden ayıran ise, Atatürk’ün mirasından bu kurumlara vasiyet ettiği meblağdır. Bu kurumlar bu parayı almış, maddi sıkıntıya düşmeden 1980’lere kadar gelmiş, bilhassa Dil Kurumu resmi ideoloji bağlılığını sonuna kadar, biraz daha materyalistleştirerek, “solcu”laştırarak sürdürmüştür.
Dil Kurumu’nun Türkçe’ye verdiği zarar, 1980 darbesinden sonra, her nasılsa darbeci komutanları da ilgilendirmiş ve bu kurumlar yeni oluşturulan Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alınarak resmi bir yapıya kavuşturulmuştur.
Bu kurumların bürokratik sistem içine alınması, bazı kolaylıklar sağlamışsa da, işleyişi zorlaştıran sonuçlar da doğurmuştur. Dil ve Tarih kurumları, üyeden yoksun, sadece başkanlar tarafından yönetilen genel müdürlükler durumuna düşürülmüştür. Bazı kanun tasarıları, teklifleri hazırlanmış ama, sonuca ulaştırılamamıştır.
1980 darbesinden sonra bu kurumların resmi bir çatı altına alınması, darbecilerin ideolojik araç olarak kullanma eğilimlerine bağlanabilir. Bu dönem geçtikten sonra kurumlar gerekli ilgiden yoksun kalmış ve bugün ancak ferdi çabalarla yürür hale gelmiştir.
Dil Kurumu’nun sistem içinde fonksiyonu kalmamıştır. Devlet dili hızla ingilizce/fransızcadan geçen latince kelimeler tarafından istila edilirken, Kurum sonuç alıcı bir teşebbüste bulunmamıştır.
Tarih Kurumu değerli bir ilim adamı olan ve yakın tarihle ve biyografi alanı ile ilgili çok önemli eserlere imza atan Ali Birinci’ye kadar yine de devletin talepleri doğrultusunda, bilhassa Ermeni meselesi ile ilgili konulara ağırlık verir şekilde çalışmıştır. Prof. Dr. Ali Birinci’nin başkan olmasından sonra ise devlet yapısı içinde alışılmadık şekilde yayın yapan bir kuruluş olarak temayüz etmiştir.
Ali Birinci döneminde yayınlanan kitaplar, hem halkın ihtiyaçlarına yönelik olanlarla, hem de ilim âleminin taleplerini karşılayacak mahiyettekilerle neredeyse yeni bir kütüphane oluşturacak miktara ulaşmıştır.
Yeni kanun taslağı ile Tarih ve Dil Kurumlarının sıradan birer “şube müdürlüğü” hâline getirilmek istenmesi, tamamen bürokratik işleyişi ön plana alan bir çaba olarak görülmektedir. İlim kurumlarının sıkı bürokratik yapı içine alınması onları güçlendirmez, aksine devlet içinde yeni bir bilim bürokrasisi meydana getirerek işlevsizleştirir.
(Yarın devam edeceğiz).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi