İnsanî, vicdanî duyarlılık, oyun ve eğlence
Neşe, oyun ve eğlence insanlığımızın gereğidir. Zira, tek boyutlu, yani melekî varlıklar değiliz. Nefis boyutumuz da var. Öyle ise, meşrû dairede eğlenceye de ihtiyacımız var.
Aslında eğlence insânî, kalbî, vicdânî duyarlılığımızla yakından ilgili. Hemcinslerimiz perişan iken, acaba ne kadar eğlenebiliriz ve eğlenirsek gerçek zevk ve lezzeti tadabilir miyiz?
Ağrılar-sızılar içinde zar zor hastaneye yetiştirilmiş bir hasta veya kazazedeyi düşününüz. Dayanılmaz ağrılar yüzünden feryat ediyor. Yakınları acıyla kıvranıyor! Doktor-hemşire ise, şeş beş atıyor, eğleniyor! Acaba bunlara ne deriz?
İşte; günümüzde insanlık cehalet bataklığında feryat edip, açlık sınırında kıvranırken; komşular ateş çemberinde çoluk-çocuk, ihtiyar, yaşlı, başlarına bomba yağarken eğlenceye dalınabilir mi? Ve hiçbir şey umursamadan nasıl keyfedebiliriz ki?
Diğer taraftan; kalp ve vicdan taşıyan bir insan; açların huzurunda, ağzını şapırtadarak kemâl-i iştahla yemek yiyebilir mi?
İstibdat, işgal, savaş, kıtlık (Ortadoğu, Somali vs.) ve akla hayale gelmez işkenceler altında inim inim inleyen hemcinslerin feryad u figânlarını tempo kabul edip, kahkahalar atarak dans edebilir, raks edebilir, eğlenceye dalabilir miyiz?
Ehl-i dünyanın, özellikle zalim Batı’nın, hasis menfaatleri (petrol ve sâir yerüstü, yer altı zenginlikleri veya hakimiyet için) insanlığa ve bilhassa Müslümanlara ettiği bunca işgal, eziyet, işkenceler karşısında bayram da olsa; ağlanacak halimize gülüp-eğlenebilir miyiz?
Yakın bir istikbalde mezar ağzını açmış bizi bekliyor!
Ve madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevâle mâruzdur. Elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşrû dairesinde ve müteşekkirâne, huzurkârâne, gafletsiz, mâsumâne eğlencelerdir ve sevap cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşrÛ daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.1
Öyle ise kendimize şöyle seslenmeliyiz: Ey nefis; sakın aldanma! Ve eğlenceye dâvet eden dessasa de ki:
“Eğer arkamdaki aslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def’ edip, peşimdeki yolculuğu men edecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de, ‘Gel keyfedelim.’ Yoksa sus, hey sersem!’ Tâ Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin.” 2
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 273-274.
2- Sözler, s. 35.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.