Yargıca güvenmek
"Bildiriyi hazırlayan Yargıtay Başkanlar Kurulu'nu oluşturan 32 arkadaşımızın da 30-40 yıllık hâkimler olduğu unutulmamalı" diyor, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, önceki gün gazetecilerle yaptığı sohbette. Yargıçlık, diğer meslek gruplarından, hatta yargının diğer kolu olan savcılıktan çok farklı. Bir insanın hayatının 30-40 yılını yargıç olarak geçirmesi, diğer hiçbir meslekte var olmayan tamamıyla farklı bir tecrübeye ve birikime sahip olmak demek.
çoğumuz yargıçları sadece mahkemelerde, yargıç kürsüsünde görmüşüzdür. "Mahkeme duvarı" sözü, aslında incelikli bir ironi ile yargıcın yüzünü anlatır. Bu yüz dışarıya duygu yansıtmayan, soğuk ve mesafeli bir yüzdür. Yakın akrabalık dışında, yargıç tanımak ve onunla sosyal ilişki geliştirmek nadir görülen bir durumdur. çünkü yargıçlar toplum içinde yaşamazlar; sosyal ilişkilerini mümkün olan en düşük düzeyde tutarlar. Her mesleğin o meslek sahibine sunduğu sosyal ilişki imkânları vardır. İnsanlar meslekleri ile çevre yaparlar. Bir doktor çocuğunu okula kaydederken, öğretmenin rapor sorununu çözmeye adaydır. Bir mahkeme kâtibinin bile, bir davalı ile "karşılıklı" ilişkiye girmesi mümkündür. Hayatın zorlukları masum görünen bu küçük suistimallerle yürür. Bir yargıç ise bu dünyanın en uzağında yaşar. Bütün bu meslek grupları arasında, bu masum suistimallerin en küçüğüne bile peşinen bulaşması imkânsız olan meslek, yargıçlıktır. Kendi hayatınızdan test edin: Bir yargıcın, küçük bir iltimas ricası ile hiç karşılaştınız mı?
"30-40 yıllık hâkim olmak" ne demektir? Sadece 30-40 yıllık hâkim olmak değil, bu sürenin sonunda Yargıtay üyeliğine gelmek, "yüksek yargıç" statüsü kazanmak, yargı hiyerarşisinin en tepesine çıkmak?
"Sanığın 10 yıl hapis cezası ile tecziyesine..." sözünü söyleyip, elindeki tahta çekici masaya vuran yargıç, insanların kaderi üzerine hüküm veren bir tanrı değildir. Kararını verirken birçok şeye dikkat etmek zorundadır. Hüküm veren yargıç, ayrıntılarda gizlenen şeytanı yakalayacak kadar elindeki dosyaya çok iyi vâkıf olacak; üstelik yasaları, benzer davalardaki yargıtay içtihatlarını çok iyi bilecektir. Vicdanı dışında hiçbir şeye itibar etmeyecektir. Yanlış karar Bağdat'tan değil ama temyizden geri döner. üstelik bütün bu çabalar ağır bir iş yükü altında yapılacaktır.
Yalnız yaşamak tanrı olmak değil, birçok zorluğa göğüs germektir. Adalet müfettişi ilçeye geldiği zaman, yargıcın bakkalın veresiye defterindeki adından, eşrâfla düşüp kalkmasına kadar, sicile işleyen birçok başlığı araştırma görevi vardır. Bir yargıcın meslekî statüsü ile yan yana getireceğiniz her meslek grubu, emrindeki personelle iktidar sahibidir. Yargıcın elindeki tek memur ise mahkeme kalemidir. Yargıç yemez, içmez, kimseyle oturup kalkmaz, konuşmaz. Yargıtay üyeliği ise, bu şekilde geçen hatasız 30-40 yılın sonunda ipi göğüslemek demektir.
Yargıçlık, katlanılan bunca zorluğun sonucunda kazanılan itibar demektir. Bu itibarın korunması, dengeli ve sağlıklı bir toplum ve devlet hayatı için vazgeçilmez olan adaletin ön şartıdır.
Yargıtay Başkanı'nın bildiri sonrası oluşan kasvetli havayı dağıtmak ve gerginliği azaltmak için, konuşamayan bütün yargıçlar adına konuşması isabetli bir adım. Yargıtay Başkanı, Murat Yetkin'in dünkü köşesinde yer aldığı haliyle diyor ki "Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisinde hedefimiz Yargı Reformu Strateji Belgesi'ydi. Bu taslak bize sunulmadan Olli Rehn'e verildi. Eğer Yargı Reformu Strateji Belgesi bizden önce Olli Rehn'e verilmemiş olsaydı böyle bildiri de çıkmazdı, bu gerilimler de yaşanmazdı. Bu taslakta yargı bağımsızlığına aykırı düzenleme gördüğümüz için açıklama yaptık. Yoksa bildiriyi Anayasa Mahkemesi'ne yönelik olarak yapmadık." Bildiride bu çerçeveyi aşan ve Anayasa Mahkemesi'ne müdahale anlamı taşıyan ibareleri hatırlayarak, bu sözleri, bir özeleştiri olarak okumak da mümkün. O zaman hükümetin de bir özeleştiri yaparak strateji belgesini gözden geçirmesi, yargı erkini yargı reformuna bütünüyle dahil etmesi lâzım.
Hepimiz yargıçlara güvenmek zorundayız.