Bînamazdan Din Âlimi Olmaz
İslam sadece ilimle anlatılamaz. İlmin yanında iman, ihlas ve sâlih amel olması gerekir. Ayrıca bunların yanında vehbî (Allah vergisi) ilim de bulunması gereklidir.
Kişinin Zemahşerî kadar Arapçası ve ilmi olsa, imanı sağlam değilse, ihlassız ise, ameli yoksa o adam nasipsiz kalmaya mahkumdur. Nasibi olmayan kişi İslam'ı nasıl anlayabilir ve anlatabilir?
Filan veya Falan kişiye bakalım. Arapçası var, din ilimlerini de okumuş ama itikadı sahih değil, ameli yok, namaz bile kılmıyor. Bu adamın İslam'a doğru şekilde anlatması ve öğretmesi mümkün değildir.
Amel imandan bir cüz değildir ama sen bu kadar ilim oku ve o ilimlerin aksiyonla ilgili kısımlarını hayatına uygulama. Olur mu bu?
Cahilin amelsizliği başkadır, alimin amelsizliği başka. Hadîste meâlen "âhirette en şiddetli azaba, bildikleri ile amel etmeyen alimler uğrayacaktır" buyurulmuştur.
İslam'da imandan sonra ikinci şart beş vakit namaz kılmaktır. Ashab-ı Kiram radiyallahu anhüm ecmâîn hazeratı "İmanla küfür arasında namaz vardır" hükmüne varmışlardır.
Namazsız bir ilahiyatçı, Kur'anı kendi kafasına, re'y ve hevasına göre yorumluyor ve nice konu ve noktalarda Ehl-i Sünnete aykırı fetvalar veriyor, ictihatlar yapıyor, görüşler ve iddialar ortaya atıyor.
Yine bînamaz bir ilahiyatçı, Peygamber efendimizi (Salat ve selam olsun ona) ve Sünnetini devreden çıkartmaya çalışıyor.
Sadece namazsızlar değil, namaz kılan bazı ilahiyatçılarda da aykırılıklar görülüyor. Çünkü namaza gereken önemi vermiyorlar, tehâvün gösteriyorlar. Halbuki onların ilmi, Peygamberin imandan sonra en fazla önem verdiği, dosdoğru kıldığı ve kıldırdığı şeyin namaz olduğunu bilmek konusunda yeterlidir.
İçinde bocaladığımız bu fetret, fitne ve fesat devrinde cahillerin belki küçük bir mazereti olabilir ama alimlerin kesinlikle hiçbir mazereti olamaz.
Bir hadîste Hak Teala hazretlerinin "Bildiği ile amel eden kuluma bilmediğini öğretirim" buyurduğu beyan edilmektedir.
Namazı dosdoğru kılan bir alimin basireti ve ufukları açılır; kılmayanın ise ufukları daralır, görüşü körelir.
İman artmaz eksilmez ama parlaklığı artabilir.
İmanın ve ihlasın kimde olduğu kesinlikle bilinmez ama bu ikisinin olup olmadığını gösteren alametler vardır.
Yalan söyleyen,
Verdiği sözü tutmayan,
Emanete hıyanet eden kimse, bu üç kötülüğü devamlı olarak yapıyorsa onda nifak alameti vardır.
Din alimi olduğu (veya geçindiği halde) namaz kılmıyorsa o fasık, facir ve merduttur.
Böylesinden fetva sorulmaz, verirse kabul edilmez.
Böylesinin ictihatlarına kulak asılmaz.
Böylesinin din hakkındaki yorumlarına ve mütalaalarına itibar edilmez.
Din alimi olmak için şu şartlar gerekir:
(1) Sahih bir itikada sahip olacak.
(2) İcazetli üstatlardan ilim öğrenmiş, imtihan vermiş ve icazet almış bulunacak,
(3) Öğrenmiş olduğu ilimlerin amel ile ilgili olanlarını hayatına uygulayacak. En başta beş vakit namazı kılacak.
(4) İslam ahlakı ile mütehalli (ziynetlenmiş) olacak.
(5) İhlasa aykırı her şeyden kaçınacak, uzak duracak.
Bu beş şarta sahip alimlere Hak Teala hazretleri, çalışmakla kazanılamayan vehbî bir ilim verir, onları Nebevî nur ile aydınlatır.
Sevgili Müslümanlar!.. Dininizi böyle nuranî alimlerden öğreniniz.
Fâsıklardan, fâcirlerden, merdutlardan, bid'atçilerden din öğrenilmez. Çünkü onlar doğrularla eğrileri birbirine katarak anlatır, kaş yaparken göz çıkartır.
*(İkinci yazı)
Dünyaya ve Hâdiselere İslam Gözlüğüyle Bakmak
Dünyaya, insanlığa, ülkeye, halka, siyasete, gidişata, sosyal, iktisadî, ticarî ve kültürel gelişmelere İslam dininin ölçülerine göre bakabilmek, daha basit ve kolay bir ifade ile Müslümanca bakabilmek, işte asıl mesele budur.
Biz Müslümanlar olup bitenlere, manzaraya bu gözle bakabiliyor muyuz?
Gözlerimizde Müslüman gözlükleri yok.
Kimimiz materyalist gözlükler takmışız.
Kimimiz kapitalist.
Kimimiz ehl-i dünya gözlükleri.
Kimimiz dünyaya kafir gözlükleriyle bakıyoruz.
Bol gelir elde eden, malı götüren biri bağırıyor: Her şey iyiye gidiyor!
Geçim sıkıntısı çeken, durum kötü, batıyoruz diyor.
İlmimiz, kültürümüz, irfanımız hâdisata Kur'an gözlüğüyle bakmaya yeterli değil.
Sünnet gözlüğünü de takamıyoruz.
Şeriat gözlüğüyle de bakamıyoruz.
Bu yüzden yanılıp duruyoruz.
İslam'ın fertler (bireyler) ve topluluklar için değişmez ölçüleri vardır:
Bunların birincisi sahih imandır.
Sahih imandan sonra ikinci madde beş vakit namazın dosdoğru kılınmasıdır.
Üçüncü madde cemaattir.
Dördüncü madde, herkesin kendini kurtaracak miktarda öğrenilmesi farz olan bilgilere sahip olmasıdır.
Beşinci madde: Bu bilgilerin hayata uygulanmasıdır.
Altıncısı: Allah ile olan muamelelerimizde ihlaslı olmaktır.
Yedincisi: İnsanlarla ve yaratıklarla olan muamelelerimizin adaletli olmasıdır.
Sekizincisi: Dünyayı Müslümanca imar ve idare etmekle birlikte ahirete yönelik olmaktır.
Dokuzuncusu: Allah'ın ve peygamberin istediği şekilde faziletli bir Ümmet olmaktır.
Onuncusu: Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının yapılmasıdır.
On birincisi: Büyük ve küçük cihattır.
On ikincisi: Zekatı dosdoğru vermek ve sarf etmektir.
Evet dünyaya bu ölçülerle bakmamız ve manzarayı bu ölçülerin ışığında değerlendirmemiz gerekir.
Müslüman bir toplum günlük farz namazları yüzde doksan terk ediyorsa onu hızlı trenler kurtarmaz.
Namazı terk eden ve şehvetlerine uyan bir toplumun maddî zenginliği keramet değil istidractır.
Bendeniz bu yazıyı bir fikir vermek üzere kaleme aldım. İhlaslı, icazetli, gerçek ulema ve fukaha, Müslüman ziyalılar, Müslüman bilgeler toplansınlar ve İslamî ölçü ve kıstasların (kriterlerin) listesini yapsınlar.
İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre iyi nedir, kötü nedir halka bildirsinler.
Eskiden halk ısınmak için küllü isli paslı soba ve mangal yakıyormuş, şimdi ise doğal gaz varmış, pek temizmiş... Bu bir ölçü müdür?
Eskiden Ankara'dan Konya'ya trenle on saatte gidiliyormuş, şimdi bir buçuk saate inmiş... Bu bir ölçü müdür?
Trenlerin Konya'ya on saatte gittiği günlerde Konya halkı namaza çok dikkat ve rağbet ediyordu. Şimdi ise o eski dikkat ve rağbet yok, gerileme var.
Filan cemaat Afrika'nın Nijer devletinde Kur'an kursu açmış, binaenaleyh durum çok iyiymiş... Ya öyle mi? İstanbul'da mübarek Ramazan'da sarhoş yaygarasından yer gök inliyor, camiler dolmuyor, ahlaksızlık diz boyu... Durum iyi mi kötü mü?
Türkiye'nin ve dünyanın durumuna Selef-i Sâlihînin, İmamı Gazalî'nin, Abdülkadir Geylanî'nin, İmamı Rabbanî'nin, 'âmil ve râsih alimlerin, muttaqi fakihlerin, kâmil mürşidlerin gözlüğüyle bakmadığımız, hâdisatı onların ölçüleriyle değerlendirmediğimiz müddetçe yanılmaya, aldanmaya mahkumuz. Hiçbir meşru özrümüz de yok...