Nereden nereye(1)
Bülent Arınç Bursa gezisi sırasında öyle demişti:
“Kurban olduğum Allah’ım verdikçe veriyorsun.”
Elbette ki işin başı ihlas ve samimiyet...
İstemesini bilirsen O da verir...
Okul yılları gözümün önünden hiç gitmiyor.
1968’ler...
Ülkede bir şeylerin dönmekte olduğunu anlama çağımız...
Kaç kişiydik!..
Namaz kılacak yer bulamadığımızdan katran kokulu kalorifer kazan dairesi bizim için bile nimetti. Saymıştım, tam 96 basamak, her vakit in çık...
Mabedini sosyal hayattan dışlayan işte o materyalist eğitim...
Yetiştirdiği neslin bir kısmı şu anda eline silahı alarak dağa çıkmış, bir kısmı da heva ve heveslerinin kurbanı “özgürlük” ile, kör kütük “hoşgörü” çamuruna batmış çıkamıyorlar...
Teknik yok, sanat yok ama Kemalizm ideolojisi adına ilahlaştırdıkları bir yaşam biçimi.
Taklitçiliğin en insafsızı, israfın en hoyratı...
Lozan çıkmazında batılılaşma sözü verdik ya, o nedenle ilk ele aldığımız konu kız ve erkek arkadaşlığında serbest dolaşım...
Serbest mi serbest...
O dönemlerde bile açılmayanı, erkek arkadaş edinmeyeni ilerici saymıyorlardı...
Şimdilerde ise ipin ucu daha da kaçtı...
Kusmuk haline dönüştü...
Ekranlarla sokakların halini gördükçe çocuklarımızın yüzüne bakmaya utanıyoruz.
Bu işin temel felsefesi de, din ayrı dünya ayrı!..
Nuriye Kuyumcu, çift numaralı sınıfın tek başörtülü öğrencisi. Kaldığı yurtta ilk defa mescit açmayı başarmış ve de çoğunun namaz kılmasına vesile olmuş mücahit bir kardeşimiz...
Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen her seferinde Nuriye’yi sorguya çeker, başındaki örtüyü bir an önce çıkarıp atması için zılgıtlardı... Nuriye, baskılara rağmen yine de tesettürlüydü (salt başörtülü demiyorum), yine de derslerinde en başarılıydı...
Bülent Nuri Esen, anayasayı tağyir etti diye Kubalı ile birlikte merhum Menderes’in aleyhine şahitlik edenlerden. Hızlılardan... Bu kişi, elindeki rejim eleği ile sırf dindar öğrencileri elemek için birinci sınıfı baraj olarak elinde tutuyordu...
İmtihanda sorduğu tuzak sorulardan bir tanesi:
“Mecliste tapınak(mescit-cami) inşası için önerge veriliyor, anayasa yönünden tetkik ediniz.”
Hadi tetkik et bakalım, istediği cevapları almadığı taktirde ikinci sınıfın kapısından içeri adımını atamazsın, sayarsın birinci sınıfta...
Dayatmalar olunca azınlığın savunma psikolojisi elbette ki olacak...
Ankara Hukuk fakültesinde bizi bir araya toplayan Anadolu grubumuz vardı.
Başkanı Bülent Arınç (küçük Erbakan).
Beşir Atalay, MTTB temsilcisi idi.
Bülent Arınç ile Beşir Atalay’ın (1970’de mezun oldular) ileride Başbakan yardımcısı olacaklarını nereden bilebilirdik. Veya dönem arkadaşımız olan Abdurrahman Yalçınkaya’nın Yargıtay Başsavcısı olacağını. Parti kapatmak için dava açacağını...
Nâzım Kaya’nın Yargıtay Başkanı, Hüseyin Karakullukçu’nun Danıştay Başkanı...
Öyle ki o yıllarda devlet kademesinde bize sempati duyabilecek bekçi bile yokken bugün üst kademedekiler saymakla bitmiyor...
Selamet İlday, Tevfik Fikret Göncüler, Arif Ökemen, İlhan Günay, Ali Alkan, Ali Fidancı, Şükrü Karatepe, Ahmet Soylu, Mehmet Elkatmış, Mehmet Büyüktaş, Abuzer Duran, Mustafa Ormanoğlu, Cemal Akın, Ali Karageyin, (merhum) Celal Çakmak, Oğuz Ünal, Lüfü Tombaloğlu, Yusuf Övmen, Altan Balantekin, Şerafettin Kabakçioğlu ...
Daha isimlerini hatırlayamadıklarım...
Hiçbirimizin ailesinde yüksek bürokrat yoktu. Kimimizin babası ya paltosunu veya âhırdaki kara ineğini satarak okul masraflarını karşılıyordu...
Sayı olarak fazla değildik ama sistemin gözü hep üzerimizde idi. Bize üvey evlat, diğerlerine evin çocukları gözü ile bakılıyordu... Derin devletin oyunundan ibaret olan sokak hareketlerinden hep geri durduk. Biliyorduk bizlere biçilen ömür, “yeşeren filizleri sokağa çek, arkasından imha et” projesinden ibaretti. Şükür bizim kuşak bu oyunlara gelmedi...
Buna rağmen İsmet Paşa, bizi teokratik devlet yanlısı olarak suçluyordu...
Oysa ki teokratik yapı İslamî değil, kilisevîdir...
(Yarın devam edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.