27 Mayıs, hangi ordunun eseri?
48. yılında 27 Mayıs'ı masaya yatıran Zaman gazetesi, hep peşinde olduğumuz hesaplaşma için bir çerçeve sundu. Siyasetçiler gündelik telaşın içindeyken hesaplaşma tarihçilere, dönemin tanıklıklarına ve aydınlara kalıyor. 27 Mayıs, tarihimizde bir kara leke.
Hafızamızı kirleten bir sapkınlık hali. Bu lekeden kurtulmak, bu ağır yükü sırtımızdan atmak hesaplaşmakla mümkün. Hesaplaşmak, çürüdüğü için kokusu her tarafa yayılan cenazeyi, usulüne uygun bir şekilde ait olduğu yere gömmekle bitecek.
Emekli Korgeneral Salih Acarel'in "Akide Şekeri Harekatı" isimli kitabı, hem bir tanıklık hem de bir yargılama. Dünkü Zaman gazetesinde, 1993 yılında emekli olmuş, 1960'ta Yassıada'da teğmen rütbesiyle görev yapmış bu askerin hatıralarından parçalar vardı. öğreniyoruz ki, 1980'li ve 90'lı yıllarda Türk ordusunu yöneten komuta kademesinin önemli bir kısmı, Yassıada yargılamaları devam ederken meslek hayatlarının ilk yıllarını o adada yaşamışlar. 27 Mayıs'ın, ortak aklımızı ve devlet tercrübemizi iptal eden hukuksuzluğunu, üstlerinden aldıkları emirleri uygularken bihakkın yaşamışlar.
Korgeneral Acarel, Yassıada'da görev yapmış subayların, orada yaşananlardan bahsetmeyi hiç sevmediklerini kaydediyor. Bir anekdot, adeta askerlerin yaşadıklarının da özeti. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Sadık Altıncan, adada tutuklu bulunan generallerden biri. Onun yaverliğini yapmış bir deniz binbaşı da adada görevli. Eski bir kuvvet komutanı ve onun yaveri, biri tutuklu biri de hapishane görevlisi olarak karşı karşıya geliyor. Acarel'in anlattığı, eski komutanını her görüşünde çakı gibi selam veren ve "ben bu duruma dayanamıyorum" diyen binbaşı portresi, Türkiye'nin yaşadıklarının da özeti.
27 Mayıs darbesini yapanlar, sabah radyoda okudukları bildiride söze şu cümle ile başladılar: "Sevgili vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır." Korgeneral Acarel'in hatıraları, bize gözden kaçan çok önemli bir ayrıntıyı hatırlatıyor. "Memleketin idaresini ele alan" Türk Silahlı Kuvvetleri değil, 38 subaydır. İkisi arasındaki derin uçurumu anlamadan, Türkiye'de siyaset üzerindeki bürokratik vesayet hakkında fikir yürütmek imkânsız. Acarel aradaki farkı şu kızgınlıkla dile getiriyor: "Kim yaptı 27 Mayıs'ı? 38 subay, 3 ordu komutanı, bir simge Kara Kuvvetleri komutanı! Bize ne! Ama onlar kahraman, devrimci, onlara laf yok!"
Olan aslında ortada: 38 subay kendi aralarında bir gizli örgüt kuruyor. İlham kaynakları ise, Ortadoğu'nun yeni yetme devletlerinin askerî cuntaları. Arap ülkelerinde bir fırtına gibi esen Baas ideolojisi. Ellerindeki silahları ve askerleri kullanarak; iktidarın istihbarat zaaflarından yararlanarak bir dirençle karşılaşmadan yönetimi gasp ediyorlar. Tekrarlamalıyız: Bu işi yapan Türk Silahlı Kuvvetleri değil, bir gizli örgüt. Yaptıkları iş ise bir silahlı ayaklanma. çete kendine itibar kazandırmak için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal kimliği arkasına gizleniyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ise, kendi bünyesinden çıkan bu çetenin yönettiği devlete bağlı olduğu için, devlet kurumu sıfatıyla bu yönetimin emrine giriyor. Tıpkı polisin, yargının, üniversitenin girmesi gibi.
27 Mayıs Darbesi'nin her şeyden önce ordunun kurumsal kimliğine, bu kurumsal kimliği işleten hiyerarşiye karşı yapıldığını unutmayalım. 27 Mayıs, Türk ordusunun tarihinde de kara bir lekedir. Bu leke, Gaziantep Havaalanı'nda MBK üyesi bir üsteğmenin karşısında hazırolda selam veren bir orgeneralin resminde somutlaşır. Bir genelkurmay başkanının, Orgeneral Rüştü Erdelhun'un bir teğmen tarafından tekmelenmesi, TSK'nın keskin hiyerarşisi ve disiplini içinde nereye yerleşir? 27 Mayıs sonrası pıtırak gibi çoğalan cuntaların, bunların içinde en çok bilineni olan Talat Aydemir olayı ile, Madanoğlu cuntasının, 27 Mayıs cuntasından tek farkı, amaçlarına ulaşamamalarıdır.
Emekli Korgeneral Salih Acarel'in Yassıada hatıraları, 48 yıl sonra bize çok önemli bir şeyi hatırlatıyor: Kurumlara değil, kişilere bakmamız lâzım.