Şiirlerde hayat var
“Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhat olur,
“Ne cân bedende gam-i firkatinde (ayrılık) râhat olur.
“Ne çâre var ki, firâkınla eğlenem bir dem;
“Ne tâli’im (talih) meded eyler, visâle (kavuşma) fırsat olur.
“Ne şeb (karanlık) ki, kûyuna (yol) yüz sürmesem ol şeb ölürün,
“Ne gün ki, kâmetini (endam) görmesem kıyâmet olur.
“Dil ise gitti kesilmez hevâ-yı aşkından,
“Nasîhat eylediğimce, beter melâmet (rezalet) olur.
“Belâ budur ki, alıştı belâlarınla gönül,
“Gamın da gelse dile bâis-i meserret (sevinç) olur.
“Nedir bu tâli’ ile derd-i Nef’i-i zârın (feryat)?..
“Ne şûhu sevse mülâyim, dedikçe âfet olur.” (Nef’i).
Şiir hayattır! Oysa bizim hayatımızda uzun zamandır şiir yok, edebiyat yok, sanat yok! Bunlar olmadan hayat, gülsüz diken gibidir: O kadar kaba, hoyrat, çirkin ve acıtıcı!
Zaman içinde dikenler insanın yüreğine batmaya ve derinden acıtmaya başlar. Artık gelsin depresyon, gelsin panik atak ve envai çeşit olumsuzluk.
Estetikten yoksun yaşamanın bedeli ağır: Hayat kör bir kuyuya dönüşüp yutar insanı, yorar, bıktırır; olumsuzluklara kilitleyip bitirir nihayet.
Bu anlamda şiir hayatın soluk borusudur! Yüreğinizi boşaltmanın da en iyi yoludur. Yazamasanız bile uygun bir şiire sığınır (meselâ kadın şairlerimizden Mihrî Hatun’un [ölümü: 1506] o muhteşem dizelerine), koptuğunuz yerden tekrar tutunursunuz hayata.
Görürsünüz ki o zaman, Mihrî Hatun yalnızca kendini değil, sizi de söylemektedir:
“Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın,
“Ne bileydim ki seni, böyle cefâ-kâr olasın...
“Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim,
“Bilesin, bir gün ola aşka giriftâr olasın...
“Sözüme uymadın ey asılası dil, dilerim:
“Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr (asılmış) olasın.
“Beni âzâde (özgür) iken, aşka giriftâr itdin,
“Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın...
“Bedduâ etmezem ammâ ki, Huda’dan dilerim:
“Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın.
“Şimdi bir hâldeyüz kim i’lânen düşmanına,
“Der ki: Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın.”
İnsanın insanlarla paylaşmak istediği onca şey varken, güvenilir dost yokluğunda, sırrını içine atıp ruhunu üşümeye terk etmesi, ne acı!..
Şiiri, edebiyatı, sanatı hâlâ keşfedememesi ise bundan daha büyük bir acı!
Çıkar hesabı, ihtiras, yükselme dürtüsü silip süpürmüş temiz duygularımızı; özellikle vefa, sadece bir semt ismine dönüşmüş, koca İstanbul’da yalnızlaşarak...
İşte tam bu kertede Fuzuli’nin meşhur beytini hatırlıyor, insan:
“Dost bî–vefa (vefasız), felek bî–rahm (acımasız), devran bî–sükûn (karışık),
“Dert çok, hemdert yok (dertleşecek insan yok), düşmen kavî (güçlü), tali’ (talih) zebûn (âciz-çaresiz)...”
Zaman zaman siz de böyle hissetmez misiniz kendinizi? Böyle demlerde yalnızlık karabasan gibi çöker yüreğinize, bastırır. İşte o an şiir anıdır. O an Attila İlhan’ın “Yalnızlık Şiiri” size iyi gelebilir:
“Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır,
“Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım...
“Bu gece dağ başları kadar yalnızım.
“Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından,
“Dudaklarımda eski bir mektep türküsü,
“Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim...
“Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
“Nerdesin?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.