Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Sizinle hangi dilden konuşalım?

Sizinle hangi dilden konuşalım?

Evvelden beri söylüyorlardı, şu sıralar yine hassasiyetleri depreşti. İmam-Hatip Okulu mezunlarının sayısı çok artmış, kat sayı uygulamasının kalkması ile bunların önünü açılmış, orduya girmeleri için çalışılıyormuş, liselerde okuyanların kazanılmış hakları gasp edilmiş, bu kararla, Atatürk’ün ‘Tevhidi Tedrisat’ devrimi yıkılmış, demokrasinin ve uygarlığın mezarı kazılmış vs. Bunları, ilerici geçinen yazar-çizerler, aydın geçinenler ileri sürüyor. Bu iddiaları ileri sürüp, öncülüğünü yapanlar da; “Batı, eğitimin temelini, inanca değil, akla ve bilime oturtmak için 500 yıl kendi içinde kavgalaşmış; demokrasi bu oluşumda soluk alıp vermeye başlamış… İnanç kutsal mekânında ve vicdan kapsamında kalmalı, ne işleri var üniversitede!” diyerek slogan haline getirdikleri, bildik sözlerini tekrarlamaktan bıkmamış, usanmamışlar. Tabii “Devletin ve Laikliğin tehlikede” olduğuna dikkat çekmekten de geri durmamışlar. Bu kadar akıl dışı, böylesine insaf fukarası bir suçlama yapılamaz. Bilhassa “sol sendikalar”ın, sol aydınların,soldan gelen liberallerin, müzmin hastalığıdır bu! Hep gündemde tuttukları mesele İHL(İmam Hatip Liseleri) meselesidir. “Gitsin İmam olsunlar. Ne işleri var Hukukta, Siyasalda, Eğitim Fakültelerinde!” değişmeyen söylemleridir. Anlama kabiliyetleri dümura uğramamışsa Batı’dan da örnekler vererek bunun böyle olmadığını göstermeye çalışacağım.

Din eğitimi gördükten sonra başka bir branşa geçip farklı bir hizmet sahasında yürümek, hekim-iktisatçı-hukukçu-devlet adamı vs. olmak Batı’da binlerce örneği gösterilebilen bir durumdur. Gelişi güzel birkaç tanesini hatırlatalım. Albert Scchwiezer ilahiyat doktoruydu, sonra tıp fakültesine gitti, tıp doktoru oldu. Prof. Ferguson papaz okulunda ve ilahiyat fakültesinde okudu, sonra papazlığı bırakıp felsefe-sosyoloji profesörü oldu. James Madison, ilahiyat tahsil etti. Rahip olacaktı. Sonradan siyasete atıldı ABD’ye başkan oldu. Prof. Stanley Holl, hem de koleji bitirdikten sonra ilahiyat okudu, müteakiben psikoloji profesörü ve rektör oldu. Prof. William Hunter, önce ilahiyat öğrenimi gördü, sonra da tıbbı bitirdi. Joseph Sieyes, Sorbon’da ilahiyat öğrendi, sonra devlet adamı oldu. Adenaver koyu bir Katolik olarak yetişmişti. De Gaulle, Cizvit kolejinde öğretmenlik yapan bir babanın oğluydu… İktisat ilminin kurucusu olan Adam Simith, Oxsford’da ilahiyat okudu. Montequeu, keşiş okulundan mezundu. Yüzlerce binlerce örnek verilebilir. Pascal’dan Descartes’e, Leipniz’e, Montesquieu’ye, Hugo’ya, Blondel’e, Einstein’a kadar dine ilgi duymayan, din eğitimi almış bir tane “cins kafa” gösteremezsiniz. “Bugünün insanı dünden daha az zeki” diyen Emerson acaba bizim bu malum zevatı görseydi ne derdi?

Batı tarihinde, ilahiyat tahsili yapanların tamamı kilisedeki görevlerinin sınırları dahilinde kalmaya mecbur edilseydiler; Batı Düşünce ve İlim Tarihi diye bir şey olmazdı. Bizim ilericiler bu gerçeği acaba bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa hemen öğrenmeye başlasınlar! Bizim ilericilerin tavrı anlaşılır gibi değil. Âdeta din eğitimini asgari zaruret ölçüsünde katlanılması gereken ve sonrasında hemen def’i icap eden bir musibet olarak görüyorlar! Neredeyse dinî tahsil yapanların zehirlenmiş sayılması gerektiğine hükmedecekler! Yahut onlara belli bir saha dışında, sabıkalıymış işlemi yapılmasını talep edecekler!

Sırası gelince din üstüne yazılar döşenip tahliller yaparlar. Dinî kavramlara âşina olmadıkları halde. Onun için de Cuma Namazını evde kılarlar, Hac mevsimi Kurban Bayramına gelir, İmam mihrabta hutbe okur, minberde namaz kıldırır, Peygamber âyette şöyle buyurur, Allah hadiste şundan bahseder, vs. (Sinirlerinizi bozmamak için daha fazlasını yazamıyorum. Yazdıklarım aynen varit olmuştur.) Hiç değilse hatırı sayılır faydaları olacağı için, böylesi meşguliyetlere heveslenen yazarlar dinî eğitim kurumlarından birini açıktan bitirmeye çalışsalar çok iyi yaparlar! Dillerine pelesenk ettikleri felsefeyi de din bilgisi olmadan anlayamazlar. Tehlike gibi gördükleri şeye ne kadar muhtaç olduklarının farkında değiller.

Niçin din eğitimi Batı’da toplum için, devlet için, düşünce için faydalı görülür de, bizim ilericiler nezdinde tehlike olarak vasıflandırılır? Niçin?

Tarih şahittir ki, bütün olumsuzluklar inançsızlıktan, bilgisizlikten; buna mukabil bütün gelişmeler, “ iman-akıl”, “din-ilim”, “kültür-medeniyet” dengesini koruyan düşünce bilincinden doğmuştur. Din’i ve din eğitimini tehlike olarak gören bir tek ciddi düşünce adamı yoktur. Yeni bilgilere yükselme yolunda bir küçük katkısı bulunsun isteyen adam, hukukta da, fizikte de düşünceye muhtaçtır ve ilahiyatla uğraşmak zorundadır. “Olur muuu!” diye itiraz edeceklerini biliyorum, ama işte tarih, işte literatür, işte gerçekler… Manasız itirazların kimseye faydası yoktur. Birkaç misali de onların en çok sever göründüklerinden verelim.:

J. J. Rousseau, “Hakkaniyetin kaynağı Yaradan’dır.” Der. Spinoza, “Ateist güçle sözleşme yapılmaz” demiştir. John Locke, “İnsanların hepsi kadiri mutlak ve sonsuz-bilen bir Yaradan’ın eseridir.” Diyor. (Çeviren Mete TUNÇAY) Bunlar siyasî doktrin izahlarından alınmış sözlerdir. Teferruatı nakletsem, aradaki tezatın büyüklüğünden hayrete düşersiniz.

Hem devlet eliyle ve kontrolü altında din eğitimi yapılıyor, onu bile mahzurlu görüyorlar. Aslında istedikleri, 12 Mart’tan önce teşebbüs edilip de başarısızlığa uğrayan sol hareketin, “Devrim Anayasası” olarak adlandırılan metnindeki durumdur. “Devlet din eğitimi yaptıramaz. Özel olarak da din eğitimi yapılamaz.” Yâni kökünü kurutmak lazım! (O Anayasa taslağını Hasan CEMAL çok iyi bilir.)

Arzu ediyoruz ki; sol, yanlış da olsa, ciddi şeyler söylesin de tartışalım, Fakat bilhassa “CumhuriyetGazetesi” ekolünden gelenlerin jakoben tavırları devam ediyor. Bu tepeden inmeci yazarların zerre kadar bir fikrî zahmet eğilimine niyetleri ve tahammülleri de yok!

Oxford’a, Cambridge’e, Sorbon’a, Harvard’a yazılar gönderip sormalı: Başörtüsü ile laikliğin münasebeti var mıdır? Din eğitimi yapıp da başka fakülteye gidenlerin arz ettiği tehlike nedir?” İbret-i âlem için sormalı da, cevabını almalı!

Kendini bilmeyen Batı’yı bilmez. Bilmiyorsunuz. Nitekim, ne ortaçağ’dan, ne rönesans’tan, ne 17. Asırdaki “rönesansı aşma” hamlesinin nasıl gerçekleştiğinden, ne kapitalizm’den, ne sosyalizm’den, ne dünden, ne bugünden, ne de yarından haberiniz var!... Yazık, çok yazık!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi