Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebi
Bediüzzaman’ın hayatı dikkatle incelendiğinde, ortaya koyduğu Kur’ânî meslek ve meşrebin esaslarını yaşama ve onları muhafaza hususunda son derece hassas olduğu gözlenir. Onun bu hususiyetinin Risâle-i Nur’daki pekçok yansımasından biri, şu gelen satırlarda gizli olsa gerek: “Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefat etsem de, Eşref Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.
“Fakat Nur Risâlelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risâle-i Nur, rıza-i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risâle-i Nur’un mensupları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz—fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz.” 1
Risâle-i Nur’un ortaya koyduğu Kur’ânî meslek ve meşrebe, yani yola, metoda, sisteme, prensiplere, usûle, huya ve mizaca tam sadık olan, Bediüzzaman’ın yakın hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp’in yaptığı şu nakil de konumuz açısından manidardır:
“Üstadımız derdi ki: ‘Eğer Şah-ı Geylânî, İmam-ı Rabbani gibi zatlar gelseler ve ‘Said sen bu tarzda devam edersen şu birkaç biçareden başka şakirdin olmayacak. Hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını bir parça şöyle değiştirsen, bütün memleket senin şakirdin olacak; başvekil de, reis-i cumhur da şakirt olup gelip elini öpecekler’ deseler bu tarzımı bırakmayacağım.”
Yine Bediüzzaman’ın yakın hizmetkârlarından Mustafa Sungur Ağabey, “tarzın bir parça değişmesi”nden maksat, “tasavvufvârî, siyasetvârî bir tarzdır” 2 der.
Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin ise, derslere gelenlerin dairede tutulmaya çalışılmasını isteyerek, şöyle dediği nakledilir: “Her Risâle okuyan Nur Talebesi olmaz. Nur Talebesi, ihlâs, uhuvvet, sadakat, tesanüt, metanet ve sebat düsturlarını taşımalıdır.” 3
Buradan da hareketle şöyle bir hükme varmak mümkün: Risâle-i Nur Külliyatı baştan sona ezberlense bile; eğer Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebine uygun hareket edilmezse, hatta zıt hareketler içerisine girilirse “Risâle-i Nur Talebesi” ünvanını almak mümkün değildir. Zira, bilmek ayrı, amel etmek ayrıdır. Ve uygulamayı da, elbette ihlâs ile yapmak başka bir meseledir.
Şu hadis-i şerifi, meslek ve meşrebe uygulayabiliriz: “İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” 4
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası, s. 281. 2- İbrahim Kaygusuz, Nurun Sadık Kahramanı / Zübeyir Gündüzalp, s. 320-321. 3- A.g.e., s. 364. 4- Lem’alar, s. 137.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.