“Yeni şeyler söylemek lâzım”
Kıblesini şaşırmış bir Türkiye oluşturmak için çok uğraştılar!..
Bir zamanlar dünyanın üçte birine hâkim olan tefekkür manzumesinin mensuplarını (dindar Müslümanları) öyle bir duruma getirdiler ki, yıllar boyu mekânı zindan oldu, hicran oldu. Ezansız, Kur’an’sız kaldı.
Derdini anlatacak bir küçücük yayın organı bile yoktu elinde. Dindar Müslüman ateşle imtihan olunuyordu. Suçlular güçlüydü. Dindarın ensesine vurdu mu, ekmeğini alıyordu adam!.. Gıkınızı çıkarır gibi olunca da zindanı boyluyordunuz.
İlkokula gittiğim yıllarda bir tornacı Kadir Amca’mız vardı. Maharet sahibiydi. Elinden her iş gelirdi. Çok da okurdu. Okuya okuya Stalinistlikten dindarlığa dönmüştü...
Yağmurlu bir 10 Kasım günü “Ben bu yağmur altında dikilemem” dediği için bazı CHP’liler tarafından ihbarlandı. Birbuçuk yıla mahküm oldu. Cezaevinde iken ölen karısının cenaze namazına katılmasına bile izin vermediler...
Ergenekon davası tutuklusu Odatv Genel Koordinatörü Doğan Yurdakul’a, kanserden ölen eşi Güngör Yurdakul’un cenazesine katılma izni verilmeseydi, ne kıyametler kopardı kim bilir?..
Ama bunu yapamazsınız; çünkü insanlığınız izin vermez... Size yapılan kötülüğe aynen mukabele etmenin adı “intikam”, kötülüğe iyilikle mukabele etmenin adı ise “fazilet”tir...
Her insan ancak fazileti kadar insandır!
Diyeceğim şu ki sevgili dostlarım, eskiden dindar Müslüman’a her yer “Silivri” idi, dünya zindandı...
Bir de dönün bugüne bakın: Televizyonsa televizyon, radyo ise radyo, gazete ise gazete, dergi ise dergi, kitapsa kitap, makamsa makam, para ise para, iktidarsa iktidar...
Yüzlerce vakıf, yüzlerce eğitim kurumu, özel yurt, Kur’an kursu...
Yetişmiş kadrolar, profesörler, rektörler, teknik elemanlar...
Türkiye camilerin satıldığı dönemden neredeyse her her gün yeni bir cami yapan döneme geldi. Düne kadar televizyonu evlerine sokmayanlar, televizyonlar kurup televizyondan beş vakit ezan okumaya başladılar.
Yüksek makamlara geldiler, sözü dinlenir oldular.
Fakat gündemleri bomboş! Biraz siyaset, biraz ticaret, biraz makam-mevki...
Oysa bu “huzur ve güven ortamında” daha ciddi konulara yelken açmak gerekmez miydi?..
Gündemimiz tıka basa dolu olmalıydı. Her gün yeni bir konuyu vuzuha (açıklığa) kavuşturmak üzere tartışmalıydık.
Ama nerde?.. Gündemsizlik gündemimiz oldu, yuvarlanıp gidiyoruz.
“Eskimez yeni”ye sahip olan bizlerin “yeni” şeyler üretme cehdimiz yok! Nakillerle siyaset ve bir de servet üçgeninde tükeniyoruz!
Yeni şeyler üretemeyen camianın duçar olacağı akıbet malum: Eskiyi tekrarlamak: Yani bir anlamda patinaj yapmak!
Yıllardır patinajdayız. Baskı ve şiddet kıskacında yoğrulduğumuz günlerdeki tefekkürümüzden, tevekkülümüzden, hatta samimiyetimizden eser kalmamış!
Kısacası, dünyaya “metelik” vermezken, dünyanın tuzağına düşmüşüz!
Dindar münevver keyfine bakıyor. Siyaset konuşuyor, ama onda bile derinlik yok...
Her şey günübirlik olayların akışıyla sınırlı...
Her şey, “Bizimkiler iyi, ötekiler kötü” kolaycılığında akıp gidiyor...
İktidarın siyasi ayağı sağlam, desteği tam, ancak tefekkürle beslenemezse topallama başlayacak. Çünkü her iktidara felsefe lâzım, sanat görüşü lâzım, tarih anlayışı lâzım, ilim-irfan lâzım...
İktidara bu ve benzer konuları servis edecek Müslüman münevverin ise keyfini bozmaya hiç niyeti yok! O da kendince makam-mevki kovalıyor, o da “ehl-i dünya” gibi “menfaat” kovalıyor!
Hadi bakalım, “rastgele”!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.