Hayattan zevk almak ya da almamak
Dalgaların kabarmasını, denizin köpürmesini, köpük köpüğe sahille kucaklaşmasını seyrederken, yanıma benim yaşlarda biri geldi... Benimle birlikte bir süre denize baktıktan sonra, aradığını bulamamış insanların kırıklığı içinde sordu: “Nereye bakıyorsunuz?” Muziplik yapmak istedim: “Denize” dedim... “Denizde ne var?” diye sordu bu kez, daha derin bir merakla... “Denizde deniz var” diyerek muzipliği devam ettirdim. Dudaklarını büzdü: “Ben de bir şey var sanmıştım” dedi, dönüp yürüdü. Deniz zaten bir şeydi, hem de büyük bir şey, ama tabii bunu ona anlatamazdım. O çoktan büyümüş, çoktan çoğu yetişkinlerin yaptığı gibi olumsuzluğa kilitlenmiş, denizi seyretmenin, hele hele denizde taş sektirmenin, en azından ayakları denize sokmanın huzurunu unutmuştu... Biri dikkat ve ilgiyle denize bakıyorsa, orada mutlaka olumsuz bir şeyler olmalıydı: Bir ceset mesela, yağ tabakası, çöp yığını, kirlenme... Benim baktığım yerde ise sadece dalgalar vardı, köpük vardı... Açıkçası, sadece deniz vardı... O da ilginç değildi. Adam yanımdan uzaklaşırken, arkasından bir süre baktım. Güzellikleri keşfetmeye, keşfetmek şöyle dursun, keşfedilmişleri fark etmeye bile üşeniyordu. Bunu da büyümek sanıyordu!.. Siz büyüyüp geliştikçe, içinizdeki duygular büyümüyor, gelişmiyor, aksine küçülüp güdükleşiyorsa, hayattan “kâm” alamazsınız. Adam bir ara dönüp bana baktı. Gülümseyerek el salladım. Karşılık vermedi. Hızla uzaklaşırken, eminim kafadan kontak olduğumu düşünüyordu. Çünkü yaptığım iş, ona göre, son derece gereksizdi. Geliri yoktu. Çok çocuksuydu... Hâlbuki bendeniz son derece eğleniyordum. Birden Hayalî’nin meşhur deyişini hatırladım: “Cihan-ârâ (süs) cihan içindedür ârâyı bilmezler, “Ol mâhiler (balıklar) ki, derya (deniz) içredür deryayı bilmezler.” (balıklar denizin içindedirler, ama denizi bilmezler).d İnsanların hayatı bilmemeleri gibi mi?.. Düşündüm ki, bir yetişkin, sırf içinden geldiği için pantolonunun paçalarını sıvayıp çamurun gözüne basmıyorsa... Deniz kıyısında durup dalgın dalgın ufka bakmak yerine, denizde taş sektirmece oynamıyorsa... Zaman zaman parka gidip (yahut arka bahçeye çıkıp), “elâlem ne der?” kaygısına düşmeden çayırlarda yuvarlanmıyorsa... Yaz yağmuru altında sırılsıklam olana dek ıslanmıyorsa... Ayağına gelen topa vuracağı yerde bel bel arkasından bakıyorsa... Somurtup duruyor, nerede bir çocuk görse azarlıyorsa...
Açık havada sırtüstü yatıp gökyüzündeki bulut karmaşasında değişik şekiller üretmiyorsa... Gecenin bir vakti otomobilini ıssız bir yerde durdurup, yıldızlarla konuşmuyorsa... Ayın yüzeyindeki lekeler hakkında kendine çocuksu masallar anlatmıyorsa... İçinden geldiği için bir gülü okşamıyor, koklamıyorsa... Güneşin doğuşunu, ya da denizdeki dalgacıklara pembe öpücükler göndere göndere batışını seyretmiyorsa... Hiçbir ağaca çıkma isteği duymuyorsa... Herkesin gözünün önünde uçurtma uçurtmuyorsa... Bazen bürosunu kilitleyip seksek yahut misket oynamıyorsa... Bir aynaya uzun uzun bakıp kendine göz kırpmıyorsa... “Deli” demelerini umursamadan bazen kendi kendisiyle konuşup gülmüyorsa...
O yetişkin, içindeki son çocuğu da öldürmüş, Allah’ın ikramı güzelliklerle irtibatını koparmış demektir! İçindeki çocuğu öldüren yetişkin olumsuz, negatif, tasalı, keyifsiz, hayata karşı ilgisiz, küskün ve asık suratlı olur!
Bu yüzden mi acaba orta yaş kertesinde çekilmez oluyoruz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.