M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Dinî, İlmî Hizmetler ve Zenginlik

Dinî, İlmî Hizmetler ve Zenginlik

AZILI, ilmî, edebî Arapça okumuş ve öğrenmiş... Diğer âlet ilimlerini, sonra 'âlî ilimleri, tefsir, usûl-i tefsir, hadîs, usûl-i hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, kelam, siyer, velhasıl bütün ilimleri okumuş.

Sonra ne olmuş?..

Sırf Allah rızası için ihlâsla İslam'a hizmet etmiyor.

İslam, iman, Kur'an, Sünnet hakikatlarını ve nurlarını Ümmet'e ve insanlığa ulaştırmak için ihlasla, parasız pulsuz, garazsız ivazsız hizmet yapmıyor.

Birkaç kitap yazmış, tercüme etmiş ama te'lif ücreti için. Te'lif ücreti vermeyin, bir satır yazmaz.

İlmi var, talebe yetiştirmiyor.

Hattâ, yakın tarihlerde bazı meşhur din kişileri konuşma yapmak, konferans vermek için iyi paralar istiyorlardı. Para yok, konuşma yok; para yok, konferans yok. Allah Allah !..

Resmî bir kurum yakın tarihimizde bir Kur'an meali için 300 bin dolar telif ücreti ödemişti...

Asr-ı Saâdet ve Selef-i Sâlihîn devirlerine bakalım. O zamanlarda te'lif ücreti diye bir şey var mıydı?

Bilenler, âlim olanlar, bilmeyenlere imanı, İslam'ı, Kur'anı, Sünneti parasız, pulsuz, te'lif ücretsiz, sırf Allah rızası için öğretirlerdi.

Ücret Allah'tan beklenirdi.

Hem de bu dünyada değil, âhirette beklenirdi.

Çünkü dünya fâni, ücreti fâni...

İslam dininin temel kurallarından biri de şudur:

Din ilimlerini dünyalık elde etmek, para kazanıp zengin olmak, geçimini sağlamak için öğrenmek haramdır.

Din yücedir, süflî (alçak) şeylere âlet edilemez.

Şeriat ve fıkıh uygun görüyorsa bazı din hizmetlilerine geçinmelerini sağlayacak derecede ücret ve maaş verilir ama dinî hizmet ve faaliyetler, zengin olmaya kesinlikle âlet edilemez.

Zengin olmak, ün kazanmak için tefsir yazacak, hadîs kitabı hazırlayacak, Müslümanlara nasihat edecek... Böyle bir niyet ihlasa aykırıdır ve sahibini Cehenneme götürür. Hem de yüz üstü sürüklenerek... (Sahih-i Müslim, 1905 numaraları hadîsi okuyunuz.)

İslam'da din ilimleri sırf Allah rızası için ihlasla öğrenilir.

Din ilimleri ihlasla öğretilir.

Kur'an insanlara ihlasla okutulur.

Hadîs ihlasla okutulur.

Zengin ve varlıklı Müslüman ailelerin çocuklarından birini (istidadı varsa) Allah rızası için din alimi yetiştirmeleri gerekir.

Bu çocuklara her gün bir saat ihlas dersleri verilmelidir.

Din alimi olunca, geçimlerini ailenin rantlarından, gelirlerinden sağlamalıdır.

Onlar imanı, İslam'ı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, İslam ahlakını Allah için öğretmelidir.

Fakir ailelerin çocukları da din ilimlerini öğrenip din alimi olabilir ve ücret/maaş alabilir ama niyet bu olmalıdır.

Niyet ettim Allah rızası için din ilimleri okumaya ve kısmet olursa din âlimi olmaya... Ücret veya maaş ruhsat ve fetva iledir.

Geçinmek için ücret ve maaş almaya fetva ve ruhsat verilmiştir ama din yoluyla zengin olmanın ne fetvası vardır, ne ruhsatı.

Bütün İslam tarihi boyunca gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek din hizmetkârları ihlasla hizmet etmiştir.

Başta Bediüzzaman hazretleri olmak üzere yakın tarihimizdeki bütün hizmetkarlar ücretsiz hizmet ettiler.

Dinimiz din, iman, Kur'an hizmetleri konusunda sadece zenginleşmeyi yasaklamıyor, aynı zamanda nefsaniyeti de yasaklıyor. İlmi Allah rızası için okumayan, Allah rızası için okutmayan, alimliği ve ilmî faaliyetleri insanlar kendisi için "Yahu bu ne büyük alimmiş!.." desinler diye okutan kimsenin Cehenneme atılacağını yukarıda kaynağını verdiğim hadîs açıkça beyan ediyor.

Bir subay, mesleğini zengin olmak, köşeyi dönmek için âlet edebilir mi? Edemez. Din âlimi, din ilimlerini ve dinî hizmetleri hiç edemez.

Zamanımızda elbette sırf Allah rızası için ihlâsla, garazsız ivazsız, parasız pulsuz hizmet eden alimler, fakihler vardır. Hepsinin ellerinden öper dualarını beklerim.

Din, iman, İslam, Kur'an, hadîs, Şeriat, mukaddesat ticaret konusu olamaz, bunlar zenginleşmeye, köşeyi dönmeye, voli vurmaya alet edilemez.

Müslüman bir tâcir helalinden para kazanabilir ama bir din alimi din ile para kazanıp zengin olamaz.

Din ilimlerinde, din eğitiminde, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas gidince yerine zillet gelir.

Din hizmetlerini başarıyla (tevfik) sadece ihlaslı hizmetkarlar yapabilir.

Din hizmeti mi yapıyorsun, (aileden, babadan dededen servetin olsa bile) fakirliği kabul edeceksin.

Dünya, insanlar fakirdir. Asıl zengin Rab Tealadır.

Ücretini Allah'tan bekleyerek ihlasla hizmet edenler ne güzel bir ticaret yapmışlardır.


* (İkinci yazı)
Merak Dikkat Hâfıza

ÜNİVERSİTELİ bir genç ziyaretime gelmişti. Sohbet esnasında "Zamane insanları, bilhassa gençler çok dikkatsiz, hafızaları pek zayıf" demiştim. Beni dikkatle dinlemişti. Sonra vedalaştı gitti. Beş dakika sonra kapı zilim acı acı çaldı. Bizim genç... Hayrola dedim. Gözlüğünü unutmuş!

Gözlüğünü unutmamış olsaydı cep telefonunu unuturdu. Veya çay masasının üzerine koyduğu cüzdanını...

Evet zamanımızda dikkat ve hafıza çok ama çok zayıfladı.

Bir de merak hemen hemen kalmadı gibi.

Birkaç gençle bir yerden geçiyoruz. Onlara "Şuraya bakın, ne kadar enteresan bir bina (yahut ağaç)" diyorum. Gözlerini hayretle açıp, "Yahu sizde de amma da göz var, bunları nasıl görüyorsunuz" diyerek taaccüp ediyorlar.

Maalesef toplumumuz gözlerini iyi kullanamıyor, bakıyor ama göremiyor, görse bile algılayamıyor.

Kültürün temel direklerinden üçü merak, dikkat ve hafızadır.

Peki kültür nedir?.. Bir Frenk mütefekkiri "Birçok bilgi edinirsin, onları zamanla unutursun, işte o unutmadan sonra geride kalan şey kültürdür" demiş.

Medenî bir insanla bedevî ve vahşi bir insanı ayırt eden şeylerin başında görgü gelir.

Görgünün tarifini yapmak zordur. En geniş mânasıyla incelik, kibarlık, insanî münasebetlerde nezaket, kimseyi kırmamak, gönül yıkmamak, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, komşulara iyilik, tanıdığı ve tanımadığı herkese güzel muamele etmek...

Eskiden bir İstanbul medeniyeti ve onun bir âdâb-ı muaşereti vardı.

Selamı önce küçük büyüğe verirdi.

Büyük selamı alırdı.

Hatır sıra sorması büyükten küçüğe olurdu. Selamdan sonra küçük büyüğe hemen "Nasılsınız efendim?" diye sormazdı.

Misafir, hele yaşça küçükse, buyurun oturunuz denilmeden oturmazdı.

Küçük veya büyük kimse ayak ayak üstüne atmazdı.

Büyüklere "eviniz" denmez, "devlethaneniz" denirdi.

Kendi evi için evim denilmez, fakirhanem denirdi.

İkram edilen bir şeyi (içecek, yiyecek, meyve, tatlı) "Ben bunu sevmem, yemem içmem" demek ağır hakaretti.

Kapı zili bir kere çalınırdı. Hemen açılmazsa bir iki dakika beklenir, tekrar çalınırdı.

Kapı açılmazsa geri dönülürdü.

Önce selam vermeden (yazılı veya sözlü) kelam edilmezdi.

Bir eve veya yazıhaneye gidildiğinde oradaki evrak, kitap, dergi, gazete vs karıştırılmazdı.

Lüzumsuz soru yöneltmek çok ayıptı.

(Bana bir soru yönelt, ben senin ne mal olduğunu söyleyeyim...)

Eski âdâb-ı muaşeretimiz âdâb üzerine kuruluydu.

Tramvayda biri ötekinin ayağına bassa, sonra "Afvedersiniz" dese, öteki "Estağfirullah efendim..." cevabını verirdi. Ayağına basılan adamın "Ulan dikkat etsene be!" diye bağırması onun eşekliğine delalet ederdi.

Sırası gelmişken beyan edeyim: Eskiden delâlet ile dalâlet kelimeleri arasındaki farkı her okumuş bilirdi.

Eski büyüklerimiz "Kişinin edebi zehebinden (altınından) hayırlıdır" derlerdi.

Rahmetli üstad Ord. Prof. Ali Fuad Başgil beyefendi, ziyaretine gelmiş yirmi yaşındaki üniversiteli gence "Beyefendi" diye hitap ederdi.

Çocukluğumda İstanbul'un kibar ve yontulmuş halkının en çok kullandığı kelime efendim idi.

Bozulma başlamıştı ama bugünkü kadar değildi.

Beyler bay oldu.

Hanımlar bayan.

Muhteremler sayın.

Eski nazik ve kibar kelimeler gitti, yerlerine ulan, yuh be, amma da kral geldi.

Müslümanlar gitti, İslamcılar geldi.

On milyon genç yetmiş milyon oldu.

İtiraf etmek lazım, epey maddî kalkınma oldu ama edep, görgü, medeniyet, kibarlık nereye gitti.

Meraksız, dikkatsiz, hafızasız yığınlar.

Başsız başsız adamlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi