Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Muhabbete muhabbet” etmek

“Muhabbete muhabbet” etmek

Bence aile içi sorunları çözmenin sihirli anahtarı sevgidir...
Mutluluğa ulaşmanın yolu da “sevmek” ve “sevilmek”ten geçer...
Ayrıca, başarıya çıkan merdivenin basamakları da sevgiden örülüdür: İşinizi sevmezseniz başarılı olamazsınız...
Kısacası, insan pervane, sevgi ışık: Mevlevi dönüşüyle, yanma pahasına ışığı tavaf etmek, belki de hamlıktan olgunluğa geçişin tek çaresidir!
“Dinimiz sevgi dini, Efendimiz rahmet Peygamberidir” diyenlerin sevgisizlik gibi bir lüksleri olabilir mi?
¥
Farkında olsak da olmasak da, hemen her eylemimiz içten içe sevgiye dönük... İtiraf etsek de, etmesek de herkes bir şekilde sevgi arıyor...
Ama sadece bazıları bu arayışın şuurunda... Ayrıca sadece bazıları aradığı şeyin adını koyacak kadar cesur (En büyük İlâhî ve beşerî aşkların yaşandığı bu ülkede aşktan söz eden neredeyse ayıplanır, bu yüzden aşk “sevgi” sözcüğü ile yumuşatılmış, buna rağmen yine de sevgiden söz etmek, hele de sevgiyi itiraf etmek zaaf sayılmıştır).
Bu yüzden kimimiz “başarı” koymuşuz aşkın adını, başarıya kilitlenmişiz; kimimiz “para” demişiz aşkın adına, para kazanmayı aşk zannetmişiz...
Kâh “Leyla” olmuş aşkın adı, kâh “Mecnun”; ya da Züleyha, Yusuf, Yunus, Mevlâna isimlerinde somutlaştırmışız...
Leyla’lar, Mecnun’lar sadece masallarda yaşadı belki, ama hiç ölmediler: Çünkü âşıktılar (Aşkın ölümsüzlüğüne bunlardan daha iyi bir örnek bulunabilir mi?).
Biraz dikkatle hayata bakarsanız, yanı başınızda nice Leyla ile Mecnun görebilirsiniz. Belki ismi Mevlâna’dır o demde, belki Yunus’tur, belki Yesevî, belki Bediüzzaman, belki Süleyman, belki Zahit, Zakir’dir...
Allah ve Muhammed (sav) de olabilir!
Yani şu ya da bu şekilde sevgi daima vardır ve her yerdedir. Bir varlıkta mutlaka kendini simgelemektedir. Fakat bunu “adavete muhabbet”i (düşmanlığı sevmeyi) esas alanlar değil, sadece “muhabbete muhabbet” edenler, yani sevgiyi sevenler fark edebilir.
¥
Sevmeseydi, insan, çalışır da üretir miydi?
Yazı yazar, resim yapar mıydı?
Sevmeseydi insan, düşünür müydü, nice zorlukları göze alıp düşündüğünü açıklar mıydı, hayatı kavramaya ve açıklamaya çalışır mıydı?
Kısaca söylemek gerekirse, sevmeseydi insan, varlığıyla var olmuş şeylerden hiçbirini yapamaz, bir anlamda da yaşamazdı.
Sevmeseydi, Allah, insanı yaratmazdı!
Ve arı sevmeseydi, yarım kilo bal yapmak için üç milyon 750 bin sorti (iniş-kalkış) yapmaz, onca zahmete katlanmazdı.
Yeni öğrendim ve iyi ki de öğrendim: Bildiğimiz balarısı, sadece yarım kilo bal yapabilmek için, meğer tam üç milyon 750 bin çiçeği ziyaret ediyormuş. Ayrıca, balarıları bir peteği doldurabilmek için yüz milyon civarında çiçeğin nektarını emiyor ve yüz bin kilometre kanat çırpıyorlarmış.
Gördüğünüz gibi, arı çiçeğe çok büyük bir sevdayla tutkun! Yani “bal” (aslında aşktır) dediğimiz şifa ve gıda kaynağının özünde bile “sevgi”, “muhabbet” ve “aşk” var.
Bunu kavrayan hayatı kavramaya başlamış olur.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi