Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Hasta Anneler Ülkesi” nin Şairi-2

“Hasta Anneler Ülkesi” nin Şairi-2

Şair ve hikâye yazarı Hasan Ejderha’nın “Hasta Anneler Ülkesi” başlıklı şiiri, hasta anneye yazılmış yeni ve değerli biri şiirdir. Adıyla, mevzuuyla, mısralarıyla ilk kez yazılmış bir şiir.

Hasta annenin varlığını şiirinde en mânalı duygularla ifade eden şair için, Hz. Peygamberin buyurduğu üzere “cennet annelerin ayakları altındadır” ve eli öpülesi bir “Fâtıma anamız” gibi sevgili bir varlıktır. Yerine göre “evin direğidir.”

“Hasta Anneler Ülkesi” şiirine göre, insanlar içinde annenin varlığı Hz. Havva’dan bugüne kalbiyle ve bedeniyle kuşatıcı, doğurucu, büyütücü bir özellik taşır. Annenin varlığı şair için hayata tutunmanın ve yaşamanın önemli sebeplerinden biridir. Anne şefkatinin eşi benzeri yoktur. Ehl-i irfan için “hâl ilmi anne şefkatidir. Anne, şefkatin mabedidir.”

“Çığlığı üşümüş anneler sıcak dualarla ısıttı yavrularını / Karnı burnunda kurduğu hayâl gerçek şimdi / Aşermiş gibi yakın toprağa ve yaprağa ve ağaca / Onca yalnızlığın sonunda kalabalık serviler uğuldar / Çocuk oluversem, biliyorum annem taze gelin olacak / Salıncak, oyuncak hepsi emrime sunulacak / Yeniden öğrenecek olsam da cüzü / Gecelerinden korktuğum gündüzü / Annemle yaşamak vardı / Geçirdiğim güzel günlerin hepsi / Annem kadardı / Mevsimler, annem hastalanınca kış / Annem iyileşince bahardı / Kanadı gözlerim, hadi sil anne / Ben Afrika’yım, yüreğin Nil anne / Komşun olayım da gittiğin yerde / Görünce orada beni bil anne / Şiirler söyledim, yazılar yazdım / Her telifimde sendendir dil anne.”

Annesiz hayat, annesiz çocuk olmaz. Annesiz çocukların hayatları çok acıklı ve hüzünlüdür. Anneli bir hayat şair için saadet ülkesidir. Annenin dili dillerin en üstünü ve samimisidir. Annenin eli, en şefkatli eldir. Annenin kucağı, kalbin sıcaklığını taşıyan en merhametli bir kucaktır. Annenin gözyaşı, Hz. Yakub’un gözyaşına denktir. Anneler gül kokusuna benzer.

“Yüksek servilerin altında anne cenazeleri beklerken devler / Çocuk hıçkırıklarıyla dolar, annesi ölen evler / Annem dönecek diye bekleye dursun çocuklar / Dönmeyen annelere şahittir kabir başındaki serviler / (...) Essalât-ı hayrın minen nevm’i müezzinle söyleyen anneler / Her geceyi gündüze, dipdiri dualarla teslim ederler / O günlere erişecek gelinler eleğini duvara asmış nineler / Bilirler ki birer birer koşacaklar çağrına, erlerine bile danışmadan / Ey dağlar şahidi sizsiniz, hasta annelerin çağlayan kalbinin.”

Yürekleri kıvrandırıcı, fikirle duygunun edebî ifadede bütün gücüyle mecz olduğu bu mısraların tesiriyle, şair Mehmet Narlı’nın annelerin kuşatıcı kalpleri hakkında yazdıkları dilime geldi bir ân: “Varlığın katıksız fısıltısı / Senden öğrendiğim son büyük aşk / En çok annelerin tanrıyı anladığıdır / Son büyük aşktan öğrendiğimse / Benim ve senin annesiz yaşadığıdır.”

Şair Memduh Atalay da, şair oğulun, “hasta annesi” için yazdığı bir başka şiirindeki mısraları iktibas ederek derdine ortak oluyor: “Göz pınarlarımız ebedî vuslat yeri olan Elest Bezmi’ndeki ayrılığın bir nişanesi olarak dünyadaki firaklarla seller gibi akıyor: ‘Annem hasta değildi o zaman / Şimdi düşünüyor babam / Şimdi üzülüyor babam / Ben de Ağlıyorum babam görmeden.’ Şair Hasan Ejderha dostumuzun dediği gibi göstermeden, görülmeden ağlayarak biraz daha yaklaşıyoruz öteye. Her damla yaş ‘Ne acı kaybetmek için sahiplik!’ diye haykırıyor. Omzunda yılların yükü, verilmemiş hesapların korkusuyla baştan sona bir Fatiha bile okuyamayan baba, melûl mahzun gözlerle, dünyadaki heyulaya buruk bir tebessümle bakarak, “Neyleyim, Allah’ın emri…” diyerek teslimiyet pınarından içerken, oğlun yüreğinde volkanlar patlıyor…”

Dahası var; Memduh Atalay, “Hasta Anneler Ülkesi”nin şairi gibi yaşadığı anne acısını “Anne Deyişi” şiiriyle dile getiriyor: “Ellerin bir melek büyüsü gözlerin merhamet / Sesin bülbüllerde ağıtın bitmez anne / Her mevsim açan güllerde ipek yüzün / Her sonbaharda kımıldayan sensin seher yunağında / Kirlendim temizle beni anne temizle beni anne / Anne denen mabedin dışında şimdi ben / Başımı okşayacak ellerine hasretim / (…)”

“Hasta Anneler Ülkesi” şiirinin yakıcı duyguları, şaire Ayla Aydemir’in “Ben gidiyorum anne / Toprağını öpeyim / Sende rüyama gel beni öp / Mutlaka gel anne / Sen rüyama gelmeyince / Sol yanım acıyor anne / İşte tam şurası” mısralarını da kalbime üşüştürdü.

ŞAİRİN YÜREĞİ DERİN KÖKLERDEN BESLENİNCE

Şairin su içtiği kaynaklara eğildiğimizde, bağlı olduğu din-i mübinin “anne” hakkında buyurduklarını okuduğumuzda böylesine derûnî bir şiiri nasıl yazdığını anlamamız kolaylaşır. Önce, şairin aidiyeti olan dinî bir menkıbeden ders almak gerek:

Hz. Musa, Allah’a münacaat ederken cennet arkadaşını kendisine tanıtmasını ister. Cennetteki arkadaşının genç bir kasap olduğunu öğrenir. Gencin adresini bularak onun hangi amellerle bu büyük makamı elde ettiğini öğrenmek için kendini tanıtmadan misafir olur. Genç dükkânını kapatıp eve gelince, önce yemek yapar, sonra eli ve ayakları felçli olan ihtiyar bir kadına sabır ve şefkatle yemeğini yedirir, sonra elbisesini değiştirir, ihtiyaç gidermesine yardımcı olur ve yatağına koyar.

Sabah işine giderken de felçli kadına yemeğini yedirir ve diğer ihtiyaçlarını görür. Hz. Musa, “bu kadın kimdir ve sen ona yemek yedirirken gözlerini göğe dikerek ne söylüyordu?” der. Genç, “bu benim annem. Ona yemek yedirdiğim her defasında ‘Allah’ım, bu hizmetlerin karşılığında oğlumu cennette Hz. Musa’ya komşu eyle’ diye dua ettiğini söylüyor. Hz. Musa, gence “annesinin duasının kabul olduğunu müjdeleyip, Allah’a yaptığı münacaatı anlatır.

Anne ve babanın evlât boynundaki hakkını soran birine, Hz. Peygamberimiz, “onlar senin cennet ve cehennemindir” buyurur. Dinimiz bir baştan bir başa anne hakkıyla doludur. “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisinin bir mânası da şudur ki, cenneti kazanmak, annelerin gönlünü kazanmak, onlara iyilik etmekle mümkün olur.

Hac sırasında bir sahabe hasta annesini omuzuna alarak Kâbe’yi tavaf ettirir ve sonra Hz. Peygambere gelerek “Ya Resulullah! Annemi taşıyıp tavaf ettirerek hakkımı ödedim mi?” diye sorar. “Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değildir” buyurur.

Şimdi de Bahtiyar Vahabzade’ye kulak verelim: “Eğer bana dünyada en güzel türkü hangisindir diye sorsalar, tereddütsüz ‘ana ninnisi’ derdim. Dünyada en güzel kitap hangisidir deseler, ‘anamın anlattığı masallar’ derdim. Dünyada en tehlikesiz ve güzel sığınak neredesidir? deseler, ‘ana kucağı’ derdim.”

Azerîlerin yahşi şairi, “Hasta Anneler Ülkesi” şairinin mısraları gibi anne sevgisini kalbin en merkezinden ifade ediyor. Demek ki, annenin varlığı her şairin kalbine bir ırmak gibi akıyor daima.

Şairin, annesine yüklediği mâna kendi varlığıyla birlikte millet varlığının da temeli oluşudur. Tıpkı Cengiz Aytmatov’un bir romanında geçen efsanevî Maral Ana gibi annenin içtimaî ve manevî fonksiyonu vardır.

Maral Ana’nın, Kırgızların ortak şuur kazanması ve yeniden millet olabilmesi için soykırımdan arta kalan biri kız, biri erkek iki çocuğa “Isık Göl kıyısında barış ve huzur içinde binlerce yıl yaşayın. Sizden gelenler sizin dilinizi hiç unutmasın ki, anaların, babalarının diliyle konuşmaktan, şarkı söylemekten zevk alsınlar...” şeklinde nasihatına benzeyen motifler var şiirin zımnında.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi