Bu ne seviyesizlik!
Zannediyorlar ki İslâm hayattan uzaklaştırır. O’nun için de, ancak yaşlanıp elden ayaktan düşünce dine yönelmeyi planlayarak, şimdilik yaşamaya(!) devam ederler.
Halbuki İslâm hayattır, aydınlıktır, berekettir. İnsan İslâm’dan uzaklaştıkça hayattan da uzaklaşır, nefes alıp vermekte olan bir ölü haline gelir. Peygamber Efendimiz, içinde namaz kılınmayan evi kabir’e benzetmiştir. Çünkü İslâm, hayatın nûrudur. Çünkü İslâm’dan kopan, zulmete yuvarlanır ve uyanılmaz uykulara dalar.
Bugün insanlığın içinde bulunduğu meselelerin çözümüne kafa yoranlar “din”leriyle ilgili problemlerini çözmeğe mecburdurlar. Çünkü İnsan Meselesi’ni ancak İslâm çözer.” İslâm’a davet hayattan uzaklaşma değil, hayatı yaşanır hale getirme davetidir. Hangi insan bir mesele söyleyebilir ki, küçük bir irtibat okuyla çözülemez olsun? Bir yabancı, kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına da yapmamamızı bildiren ölçüyü duyunca “Yalnız bu dahi, bütün insanları mutlu etmeye yeter” demiş. Daha nice ölçüler var. Hangi meseleyi, hangi sıkıntıyı dile getirirlerse getirsinler, cevabı gayet kolaydır. Yeter ki gösterilen çareyi uygulayabilmeye tâkatimiz-liyâkatimiz olsun.
Bu millet yarı aydınlarca hiçbir şeye lâyık görülmüyor.
Milli hüviyetimizi muhafaza edelim… Olmaz! “milliliği” budamak ve yavanlaştırmak lâzım, aksi halde tehlike doğar!
İnandığımız gibi yaşayalım… Olmaz! “Tam yaşamak” mahzurludur!
Batı’dan demokrasiyi, lâikliği aldık, oradaki ölçüleriyle uygulayalım… Olmaz. Biz başkayız!
Fikir Hürriyetini tam olarak benimseyelim… Olmaz! Biz hazmedemeyiz!
Diyanet Teşkilatı’na muhtariyet kazandıralım ve tedricen cemaat teşkilatı haline getirelim… Olmaz, bizde ters sonuçlar verir!
Peki bu millet neye lâyıktır? Bir ölçü söyleyin de ona göre konuşalım.
İşin aslı şu: Yarı aydınlar nazarında bu millet her şeyin bozulmuşuna müstahaktır! Öyle kavilleşmişler, öyle gidecekler. İnancın bozulmuşu, eğitimin bozulmuşu, kimliğin bozulmuşu, ekonominin bozulmuşu, sanayileşmenin bozulmuşu, kültürün bozulmuşu, medeniyetin bozulmuşu, dilin bozulmuşu, san’at’ın, musikinin bozulmuşu, demokrasinin bozulmuşu, lâikliğin bozulmuşu, ilmin bozulmuşu, felsefenin bozulmuşu, tasavvufun bozulmuşu, siyasetin bozulmuşu, sporun bozulmuşu… Hattâ, havanın, suyun, gıdanın bozulmuşu! Millet bunlara lâyık görülüyor. Bütün asliyetler yasak, bütün bozulmuşlar serbest. Tıpkı“Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar.” Sözü gibi.
Ülkemizde her şeyin aslından ziyade istismarı mevcuttur. Sebep, “o kafa”dır.
….Bir şarkı sözü takılıyor zihnime: “Gücüme gidiyor böyle yaşamak….” Sahiden gücümüze gidiyor. Mevlânâ, “İyi insanın hüzünlenmesi hayra alâmet değil” der. Şöyle söyleyelim: Milletin mahzun edilmesi gayretullaha dokunur. Yapmayınız bunu. Geliniz, akılla-fikirle-ilimle ve şu milleti asliyetlere lâyık gören bir gönül zenginliğiyle meselelerimize eğilelim.
… Mantığa bakınız. Okullarda din dersi olmayacak. Kur’an kursları olmayacak, dini eğitim veren okullardan mezun olanların başka dallarda öğrenime devamlarına engel olunacak, Diyânet sadece câmi kadrolarının işleriyle uğraşacak, cemaat teşkilatı zâten bulunmuyor ve bulunmayacak, çocuklar din bilgisini evlerinde “çağdaş” biçimde alacaklar. Ve bunun adı laiklik olacak! Böyle bir laiklik acaba dünyanın neresinde ve ne zaman görülmüştür?
Din devlet ayrılığı müdahalesizlik ve tahakkümsüzlük çerçevesinde, karşılıklı anlayış ve yardımlaşma istikametinde gerçekleşmelidir. Bizde uygulanan laiklik değil, dinin devlet denetiminde ve vesayetinde bulunması sistemidir. Bunun en bariz delili, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının mevcut durumudur.
Şu anda aydın geçinenlerin istediği; Din devletin denetiminde, yönetiminde, vesayetinde olmalıdır. Din, bir vicdan hadisesi olarak kalmalı, dünya işlerine karışmamalıdır. Din, devlete karışmamalı ama devlet dine karışmalıdır. Hıristiyanlığa verilen haklar o haliyle dahi İslam’a verilemez. Biz, yarım-laik olmak zorundayız. Gerekirse çağdaşlık adına demokrasiden vazgeçebilmeliyiz. Demokrasiyi terk etmek çağdaşlığa aykırı değildir. Ama üniversiteli kızların başlarını örtmesi çağdaşlığa aykırıdır! Diyanet teşkilatı, din hizmeti için değil dini kontrol için kurulmuş idari bir zabıta teşkilatıdır ve öyle kalmalıdır.
Bu görüşü paylaşanlar içinde öyleleri vardır ki; laiklik meselesinde hiçbir ilmi-fikri-hukuki hasbilik ve safiyet özelliğine sahip değildirler. Sosyalist de olabilirler, mason da batıcı da. Ama laiklikleri her halükarda tepeden inmecidir. Milletin doğruyu seçebileceğine güvenmezler. Diğer vasıfları, laikliklerini değil laiklikleri diğer vasıflarını tayin eder. Halkçı iseler halka rağmen halkçıdırlar. Demokrat iseler demokrasiye rağmen demokrattırlar. Batıcı iseler batıya rağmen batıcıdırlar. Milliyetçi iseler millete rağmen milliyetçidirler. Hatta İslamcı iseler İslam’a rağmen öyledirler. Kısaca her iyi şeyin yarısına taliptirler.
Bu da bizim bitmeyen hicranımız!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.