YOL VE MEDENİYET..

YOL VE MEDENİYET..

Rusların işgal ettikleri, yeni kurdukları şehirlerde en göze batan unsur, yollarının düzgünlüğü, meydanlarının genişliğidir, denilebilir.
Niçin?
Rusya, çarlık döneminde de Bolşevizm’de de emperyalisttir. Ama bir kültürü, medeniyet değeri bulunmaktadır. Onun için de iddiası vardır. Diyelim ki Bişkek’te yollar kapanmaz. Almatı da onun gibi ızgara planlı, ferahtır. Hani Karslılar için anlatılır.. Son zamanlarda, işgalci Rusları kastederek şöyle diyorlarmış; “Adam, yollar yaptık, şehir düzenledik, sonu ne oldu diye bir bakmaz mı?”
Kırk yıl işgalden sonra, kurtuluşunu yürekten kutlayan vatansever Kars halkı, bu zehir-zemberek lâtifeyi niçin yapar?
Kırk yılda düzgün yapılan yollar, binaların; doksan yılda sürdürülemediği gibi, bakımının bile yapılamamasından olmalı. O mizahî zehirin gerisinde keskin bir empati, dehşetli bir eleştiri var. Türk’ün Rus’tan daha iyi şehirci, imarcı olması gerekli değil miydi?
Yol bir medeniyet işi..
Medeniyet, yani dünya ile ilgili bir kurgusu, inancı, ideali olan; yolda da kendini göstermek ister.. üstün olanın yolu da üstün, kullanışlı, sağlam, insanların hayrına olmak zorundadır. Yazın toza, kışın suya-çamura batmamalı, tahliyesi düşünülmelidir. Geçmişte, Roma Krallık Yolu, Osmanlı Menzil Sistemi, Osmanlı şehirleri-mimarisi-camisi-hamamı-çarşısı boş yere anılmaz. çünkü onların bir iddiası bulunmaktadır. Yönetilen insanların kabullerindeki farklar önemli değildir. Yönetimdekilerin, emanetleri altındakileri mutlu etme, onlara güven duyurma, adalet içinde yaşatma zorunluluğu vardır.
Dünyaya söyleyecek sözü olmayanların, yolu da düzgün olmaz. İddiası yok ki, gayreti, feragati, fedakârlığı, planı-programı olsun.. F. R. Atay’ın çankaya’sında anlattığı yol bozukluğu nedendir? Siz hiç, “Ben Cumhuriyet çocuğuyum. İşi, dürüst, dosdoğru, iyi yaparım” diyen birine rastladınız mı? Yoksa, “Salla başını..”, “Devlet malı deniz..” diyen veya o anlayışta olduğunu her halinden belli eden tiplere mi tesadüf ettiniz.. Hangisi çoktur?.
Osmanlı, aslında medeniyet iddiasını pörsütüp-yitirdiği için yıkılma sürecinde girdaba kapılmıştır. Değilse kendisini herhalde toparlardı. Zira Fetret Devri’nde yıkılmayan bir devlet; Balkan-Dünya Harbi darbelerinde niçin yıkılsın?
Değerlendirme yoldan çıktı sanki.. Yolu üreten kafa yapısına, yolun gerisine bakmak daha önemli değil mi? Bu noktadan sonra yola dönmek bazı sıkıntıları, soruları davet eder gibi..
Diyelim ki, Konya’nın yolları niçin yılan gibi bükülür gider? Düz ovaya kurulmanın yeknesaklığını, yolların kıvrımlarına yüklenen hareketle aşmak mıdır murat?. Yoksa onlarca yılın hatır-gönül sayma, yakın kollama yanlışına geleceği feda etme mi? Ya da plansızlığı, planlı dönemlerde sürdürme başarısını gösterme mi?
Belki bunların hepsi.. Ama asıl söylenmesi gereken daha ötedir. Daha can yakıcıdır.. Diyelim ki Fatih’e İstanbul’u, yani Roma-Doğu Roma-Bizans’ın on beş asırlık birikimiyle teslim etseniz, şehri daha berbat mı ederdi yoksa daha işlek, huzurlu, iç açıcı mı yapardı? Fatih, doğrusunu tercih etti. Sadece Kostantin’in şehrini değil, yüzden fazla şehri bir anlayışın, yüksek üslûbun yaşanabilir, model mekânı haline getirdi. Diyelim ki daha geriye giderek Hz. ömer’e şehri teslim etseydiniz, hatır-gönül sayma veya başka etkenlere, geleceğin hakkını feda eder miydi?
Asla, deyecekler çok olacaktır. Neden?
Fatih de Hz. ömer de ekseni olan, medeniyet değerleri olan insanlardı. Yaşanan mekâna vuracak mühürleri vardı. Ve onlar mühürlerini asırların eskitemeyeceği kadar sağlam vurdular..
Konya basınına elli beş yıl emek vermiş bir eski gazetecimiz var; Afif Evren.. 1930 yılında yazdığı bir yazıda, “Konya’nın yakın bir zamanda tozdan ve çamurdan kurtarılacağını aklına yetirenlerin doğrusu; şaşarım akıllarına!” diyor. 1930’lu yıllar, Konya’nın tozu çok.. Yağışlı mevsimlerde çamuru bol.. Tozu çamuru görmek için Valilik Konağından çıkıp on beş-yirmi adım yürümeniz yeterli.. Geçmişte de öyle olduğu için Anadolu Selçukluları, nadide, sırça (çini) kaplı minarelerini, sert rüzgârlı havalarda toz içindeki parçaların zedelemesinden korumak için minare kılıfları hazırlamışlar. Şerafettin Camii minareleri için İ. H. Konyalı böyle bir koruyucudan bahseder..
Afif Evren, 1977’de öldü. Tozdan ve çamurdan kurtuluşu tam göremedi. Ama eminim ki, bugün yaşasaydı, artık aklı başka şaşacak konular bulurdu. Meselâ şöyle diyebilirdi: “Konya’da yakın zamanda yolların yılan gibi kıvrılmaktan, apartman çevresi dolaşan yolların doğrulacağını, bisiklet yollarının yüzlerce kilometreyi bulacağını kabullenenlerin aklına şaşarım!”
Sahi Konya, ova üstüne kurulu bir şehir olduğu halde yolları niçin virgül gibi bükülür, yılan gibi kıvrıla kıvrıla baş döndürücü bir halde uzanır gider? Bu şehrin yollarını düzenleyecek, doğru doğru planlayacak mühendisleri yok mudur? Düzgün yollar planlayacak mühendisleri varsa, onları hayata geçirecek irade sahibi etkili makam sahipleri bulunmamakta mıdır?
Bazen ana yollardan birisi zorunlu olarak kapandığında, nereye gideceğimizi şaşırız. Garip bir dolanma faslından sonra yolunuzu bulabilirseniz kendinizi şanslı hissedersiniz. Trafikte iken, “Konya’nın içinde otururken yolları şaşırıyorum” diye hayıflanan vatandaşların bulunduğunu kendinizden bilebilirsiniz? Hele dünkülerden birisi dirilip gelirse, tarihî mekânlarda bile yönünü şaşırabilir..
Halbuki bu şehir, kimliksiz, kişiliksiz, nevzuhur bir şehir değil ki.. Söz konusu olduğu zaman asırlar öncesinden başkent olduğumuzla övünüveririz.
Şehir yolları ana hatlar bir yana bırakılırsa düzgün gelişmiyor. Tabii bu, yılların bir sonucu elbette.. Dün ile bugün oluşuvermiş bir durum değil. Bir birikimin neticesi.. Ama neden böyle olsun ki? Haydi kemikleşmiş mekanları bir yana bıkınız.. Yeni gelişen, hatta uydu-kent tipinde oluşan mahallelerdeki yol kıvrımlarını nasıl izah edeceğiz? çocuklarımıza, şehrimizi ziyarete gelenlere, “aman ana yollardan çıkma” mı diyeceğiz? Yoksa Konya’yı İtalyanlar işgal etti. Onlar yumuşak insanlardı. Ruslar işgal etse idi, Konya’da düzgün, geniş, ızgara plan bir şehir gelişirdi” garabet hayıflanmasını mı göstereceğiz?
Yolların, eğriliğini bir izah yolu bulmalıyız. Diyelim ki, bu şehir düz olduğu için dağlık, inişli çıkışlı, körfezli, yarımadalı şehirlerdeki coğrafya hareketliliğini, düz yolu kıvrım kıvrım yaparak ruhî ihtiyacı tatmin ediyoruz, mu diyeceğiz? Düz mahallelerdeki tepelerin ağaçlandırılarak şehre güzellik katması, alt-üst geçitlerle ana akışların kesintilerden kurtarılması, güzelleştirme çalışmalarındaki gayretin yolları, paralel ya da şehrin ruhuna uygun akışlarla zenginleştirmeden mahrum ediş nasıl açıklanacaktır?
Her şey bir yana, yol bir medeniyet işidir vesselam..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi