Kur'an Ahlakının Temel Dinamikleri - 2
önceki yazımızda Kur’an ahlakının temel dinamiklerini sıralamış ve ilim – hikmet maddesine kadar kısaca açıklamıştık. Tekrar hatırlatmak gerekirse bunlar;
Sahih İman, Tezkiye, Takva, İlim- Hikmet, Sıdk, Adalet, Sorumluluk bilinci, Tasadduk kültürü idi.
Her bir maddenin diğer maddelerden bağımsız düşülmesi mümkün değildir. Hepsi de birbirini kuşatıcı ve tamamlayıcı özelliklere sahiptir. örneğin iman, tezkiye (arınma) nin, takvanın, ilim-hikmetin, sıdk’ın, adaletin, sorumluluk bilincinin ve tasadduk kültürünün alt yapısıdır. İman olmadan hiç birinin sağlıklı olması mümkün değildir.
Tezkiye; imanın, takvanın, ilim ve hikmetin, doğruluğun, adaletin, sorumluluk bilincinin ve tasadduk kültürünün yolunu açan ve her şeyin daha temiz, yerli yerinde olmasını sağlayan bir özelliktir.
Takva da hem imanın, hem arınmışlığın korunmasını sağlar. Doğru bilgilenmeyi, her anımızda doğruluktan ayrılmamayı ve adaleti genel hatlarıyla değil, en derinlikli bir şekilde gerçekleştirmeyi sağlar. Sorumluluk bilinci ve tasadduk kültürü de takva ile hayat bulur.
İlim, Kur’an’ın kendisidir. Doğru bilgi ve faydalı bilgidir. İman ve amel bu sağlam bilgi temelinde anlam kazanır. Hikmet ise, bilginin yerinde ve şartları doğrultusunda amele dönüştürülmesidir.
Hikmet, Arapça hüküm, hakim, muhakeme kelimeleriyle aynı kökten gelir. Hikmeti, hastasını iyileştirmek isteyen bir doktorun, ilacı hastaya, en uygun dozda vermesi olarak da örneklendirebiliriz. Kur’an hüküm ve mesajlarının en doğru şekilde anlaşılması ve en sağlıklı şekilde hayata aktarılması gerekir. Neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını bize hikmet öğretir. Hikmet bir hükmün, illetini, sebep ve sonuçlarını birlikte mütalaa edebilme bilincidir. “Hikmet mü’minin yitiğidir, nerde bulursa almalıdır.”
Sıdk, kişinin sözünde ve eylemlerinde doğru olmasıdır. Müslüman doğruluğu kendine şiar edinmiştir. Doğruluk, insanın öz değeridir. Yalan ve sahtecilik ise gerçekleri karartma, haksız ve yanlışı doğrunun yerine geçirme ameliyesidir. Adil olmak, kendi aleyhine, anne ve babasının, en sevdiklerinin aleyhine bile olsa hakkı söylemek ve gerçeğe dürüstçe şahitlik etmeyi gerektirir. Nisa Suresi, 135. ayetinde bu şart şöyle emredilmektedir:
“ Ey iman edenler! Adalet ile hükmeden hakimler ve Allah için (doğru söyleyen) şahitler olun. Şahitliğiniz kendi aleyhinize veya anne babanızın ve yakınlarınızın aleyhine olsa bile, zengin olsun fakir olsun doğru şahitlik edin. Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Adaletten sapmamak için heveslerinize uymayın. Eğer (adalet ile hüküm vermekten, şahitliğinizde doğru söylemekten çekinir) dilinizi eğip bükerseniz ve yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Doğruluğun, hem söylemde hem de eylemde birbirini tamamlaması da çok önemli bir konudur. Eğer söylediğimiz ile yaptığımız çelişiyorsa, burada ahlaki bir zaaf var demektir.
“Ele verir talkını kendi yutar salkımı.” Sözü, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma.” Sözü ile birlikte, dili ile eli bir birini yalanlayanlara insanların itibar etmediğini ve değer vermediğini gösteriyor. Aynı değersizleşmeye düşmemek için başkalarından önce aynayı kendimize tutmamız gerekir.
örnek insan, büyük peygamber, önderimiz, efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘in “el-emin” vasfı hepimiz için çok acil kazanılması gereken bir vasıftır. Sözüne ve işine güvenilen insanların iş başına gelmesi ve yönetim mekanizmasında insiyatif sahibi olmaları gerekir. Yoksa yalancıların, sahtekârların, dolandırıcıların, milyonların gözünün içine baka baka yalan söyleyenlerin yönetimi, sömürü, sefalet ve zulümden başka insanlığa hiçbir şey kazandırmaz. Dünya birbirini vahşice öldüren katillerin ve hayvanlardan da daha aşağı olan heva ve şehvet düşkünlerinin elinde, adına “modern” denilen karanlık çağlar yaşamaya mahkum olur.
Adalet, kainatın düzenin en temel şartıdır. Yüce Rabbimiz yarattığı her şeye koyduğunu “kader” ile kainatın ahenkli ve düzen içinde varlığını milyonlarca yıldır devam ettirmesine imkan vermiştir. Ancak insanın kaderini bir ölçüde kendisine bırakmıştır. Yeryüzünün, yöneticisi olma sorumluluğunu da insana tevdi etmiştir. İnsan sorumluluk bilinci içinde Allah’ın kâinata koymuş olduğu büyük düzen ve sisteme uygun hareket ettiği zaman bu dünya adeta bir cennet olabilir. Sorumluluk bilincini kaybedip, adaleti terk ederse bu dünya bir cehenneme dönüşebilir.
Adalet, hayatımızın her alanında uymamız gereken bir esastır. Bireysel hayatımızda, aile hayatımızda, sosyal, ekonomik, siyasi, hukuki, askeri ve diğer bütün alanlarda elimizden geldiği ve gücümüzün yettiği kadar adaleti gözetmeliyiz. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmeli, birbirimizi adil olmaya teşvik etmeliyiz. Adaletten sapmak, kısa vadede özel faydalar getiriyor gibi görünse de uzun vadede büyük belalar ve musibetlerin tetikleyicidir.
İslam adaleti emretmenin ötesinde “ihsanı” da emreder. Adaletin bir adım ötesi, ihsandır. Hakkın, hak sahibine tesliminden ziyade, daha fazlasını vermek ve iyiliklerin kötülükleri geçmesidir. Rahmetin gazaba galebesidir. Nahl Sûresi’nin 90. ayetinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah, adaleti, iyiliği ve yakınlara vermeyi emreder. Ahlaksızlığı, kötülüğü ve taşkınlığı yasaklar. Düşünesiniz diye size öğüt verir.”
Tasadduk kültürü de çok önemli bir ahlaki boyuttur. İnşallah onu da bir sonraki yazımızda ele alacağız.