Telekom’dan sonra Turkcell... Şiştiniz mi CHP’liler?
Bazı “olay”lar vardır ki, “çok bilinmeyenli denklem” gibi görünür ve “denklemi çözmek” çok zor sanılır... Oysa, olaydaki “küçük bir ayrıntı” tüm sorunların ve soruların cevabıdır... Tabiî, “büyük sorunlar”la uğraştığını sananlar, bu “küçük ayrıntı”ları asla göremezler!.. Evet, göremezler çünkü “akledemez”ler!.. Evet, akledemezler, çünkü “sorun merkezli” değil, “model merkezli” düşünürler!.. Daha doğrusu; kafalarındaki “model”lere ve “şablon”a göre düşünürler!.. “Şablon”lar, bazıları için tek çıkar yoldur... “Şablon”a uymayan bir çözüm yolu, onlar için “yok” hükmündedir!.. Bugün, kafalarınızı fazla yormadan, “iki hikâye” anlatmak istiyorum... Evet, “soba” hikâyesini ve “eşeğin testisleri” hikâyesini... Her iki hikâyeyi daha önce anlatmıştım... Ama “tam yerine rast geldiği” için, biraz da “günün mânâ ve ehemmiyeti”ne uydukları için o hikâyeleri yeniden anlatmak istyorum.
önce “soba” hikâyesi...
BU SOBA, NİYE BURADA?
Günlerden bir gün, aralarında “matematikçi, fizikçi ve kimyacı” gibi bilim adamlarının bulunduğu bir grup, “Anadolu’yu gezmeye” çıkarlar... Yalnız, mevsim “kış”tır, hava da “soğuk mu soğuk”tur!..
üstüne üstlük, biraz sonra da “tipi” başlamasın mı...
önlerini göremez olurlar!..
Bakarlar ki, yola devam imkânı yoktur!..
En iyisi, “en yakın köye sığınmak”tır!..
Binbir güçlükle, köye ulaşırlar ve köyün girişindeki küçük bir evin kapısını çalarlar!..
“Yaşlı bir zat” açar kapıyı...
Gelenler “yabancı”dır, ama zangır zangır titremektedirler!.. Hemen buyur eder içeri!..
Misafirlerini “sobanın yandığı odaya” alır!..
Kendisi de, “misafirlerin içini ısıtacak bir çorba” yapmak üzere mutfağa geçer!..
İhtiyar köylü, mutfakta “çorba” pişirmeye devam ededursun, bizim “bilgin”ler, sıcağın etkisiyle “buzdan adam”lıktan kurtulunca, başlarlar kendi aralarında tartışmaya!..
Mevzu, “odadaki soba”dır!..
Soba, “kayrak taş” denilen düz taşlardan 3-4 tanesinin üzerine konulmuştur!.. Ve ayrıca, “dikdörtgen şeklindeki oda”nın ortasında değil de, “bir köşesinde”dir!..
“Bilginler” işte bunu tartışır!..
“Matematikçi” olan der ki;
“Bu soba, burada olmamalıydı... Eğer dikdörtgen, köşegenlerin kesişim noktasında bulunsaydı, sıcaklık eşit şekilde dağılırdı odaya!”
“Fizikçi” olanı, “hayır” der;
“Sıcaklığın dağılımı için, sobanın kesişme noktasında bulunması yeterli değildir!.. Odanın coğrafî yönü ve hava akımı da önemli!.. Bu açıdan bakarsak, sobanın kuzey duvarına yakın kurulması şarttır!..
Böylece, oradan gelecek soğuğu kırar ve odanın daha sıcak olmasını sağlar!”
“Kimyacı” olanının kafası, “kayrak taşları”na takılmıştır!.. Bu köylü, “cahilin teki” olmalıdır!..
öyle ya;
Sıcak hava, “yukarıya” çıkar... Köylü ise, sobayı taşların üstüne oturtarak adeta tavanı ısıtmaktadır!..
“Bu taşlar kalkmalı” der;
“Taşlar kalkınca, sobanın sıcaklığı daha aşağıda kalır ve böylece tavan değil, taban yüzeyi ısınmış olur!”
YAŞLI KöYLüNüN VERDİĞİ DERS
Herkes fikrini söyledikten sonra, susar!.. çünkü, bütün “bilimsel veriler” ortaya konulmuştur!..
“Sobanın oturtulduğu” köşe hatalıdır!.. “Taşlar üzerine oturtulması” ise, daha büyük bir hatadır!..
O halde, ihtiyar köylü, bunca hatayı niye yapmıştır?..
Tek çare, “mutfaktaki köylüye sormak”tır!..
Biraz sonra; elinde bir tas “çorba”, bir parça “ekmek” ve “kaşık”larla içeri girer köylü!..
Bilginlerimiz; bir yandan çorbaya kaşık sallarken, bir yandan da “sobanın konumu”nun nasıl olması gerektiğini anlatırlar!..
Matematikçi “kesişme”yi, fizikçi “kuzeyin soğukluğu”nu, kimyacı ise “hava sirkülasyonu”nu anlatır!..
Her üçü de, “kendi haklılıklarını” iddia edip, sorarlar yaşlı köylüye...
“Sobayı niye böyle kurmadın?”
Yaşlı köylü, her üçünü de sabırla dinledikten sonra, “Şu anlattıklarınızdan hiçbir şeycik anlamadım” der;
“Sobanın durumuna gelince,
Cebimde para, elimde boru yoktu!.. Altına taş koydum ki, dik borular soba deliği ile aynı hizaya gelsin!..
Sobayı odanın bu köşesine koydum ki; elimdeki borular ancak bu kadarına yetti!”
“!?!?!”
CHP; adında “Halk” olmasına rağmen, eğer “halktan kopuk” olmasaydı, bu “hikâye”yi bilir ve herhalde “telefon” hikâyesinin altında “çok büyük sebepler” aramaya ve “çok büyük lâflar” etmeye yeltenmezdi...
Atalarımıza kulak verip, “büyük lokma” yutarlar, ama “büyük laf” etmezlerdi.
çOLAK MEMİŞ’İN EŞEĞİNİN TESTİSLERİ
“Köy”lere inemeyen ve dolayısıyla “köylü zekâsı”ndan haberdar olamayan CHP, öyle anlaşılıyor ki, artık “kasaba”ları da tanımıyor!..
Eğer “kasaba”ları tanımış olsalardı, herhalde “eşeğin testisleri” hikâyesini de bilirlerdi.
Hikâyeyi bilirsiniz...
Kasabada herkes, o adamdan, yani çolak Memiş’ten bahsediyormuş... çolak, meydanın ortasında duran bir eşeğin testislerine dokunup, saatin kaç olduğunu tahmin edebiliyormuş çünkü...
Zamanı; hem de saniyesi saniyesine isabetle hissedebilen çolak Memiş’in namı kasaba sınırlarını aşmış, yayılmış.
Derken; bir grup gazeteci gelmiş, bu marifeti görmeye. çolak Memiş, şovunu onlara da 3-4 defa ardarda yapmış, medyanın da takdirini kazanmış.
Haber, gazete sayfalarına yansıyınca bu defa bilim adamları gelip gözlemiş çolak Memiş ve eşeğini...
Seans sonu, onunla bir odaya kapanıp saatlerce durumunu incelemişler.
Psikolojik, biyolojik testler uygulamışlar adama.
Hiçbir anormallik de bulamamışlar. Sonra biri yüklüce para teklif etmiş, sırrı öğrenmek için.
Parayı cebine indiren çolak Memiş, gülerek açıklamış sırrını:
“Gidiyorum eşeğimin yanına. Elimi uzatıp yumurtalıklarını yukarı doğru kaldırıyorum. Meydanın kenarındaki kulenin saati ancak o zaman görünüyor.
Ben de o saate bakıp söylüyorum zamanı.”
Savaş Ay, bu hikâyeyi “seçim bölgeleri”nde gezen-tozan meslektaşlarının “22 Temmuz’da morarması” üzerine anlatmıştı.
çünkü meslektaşlar, bulundukları bölgelerle ilgili “derin sosyolojik tahliller” yapmışlar ama “basit bir gerçeği” yani “halkın duygularını” görememişlerdi.
Evet, evet;
“Eşeğin testisleri önlerinde lök gibi duruyor!..
Dolayısıyla; zamanı, zemini, hali ahvali, nabzı ve tansiyonu görmelerini engelliyor”du...
CHP KURMAYLARINDAN BüYüK LâFLAR!
“Görme özürlü” olan, sadece “medya” değildi elbet... Şu son olayda ortaya çıktı ki;
CHP de “görme özürlü”dür!..
“çok büyük(!) işler”le uğraştıklarından “küçük ayrıntı”ları göremiyorlar!..
Hele hatırlayın, neler demişlerdi neler;
“Bu, telefon dinlemesi de değil, bir ortam dinlemesidir!.. Devletin istihbarat örgütleri, CHP Genel Sekreterinin odasını dinlemişlerdir!.. Bu dinleme, odalara konulan böceklerle değil, lazer teknolojisi ile uzaktan yapılmıştır!.. Konuşma, daha sonra dinci gazeteye servis edilmiştir!.. Bu dinleme olayı; ABD Başkanı Nixon’ı koltuğundan eden Watergate Skandalı’nın bir benzeridir!.. Başbakan ve İçişleri Bakanı istifa etmelidir!.. Eğer istifa etmezlerse, haklarında gensoru önergesi verecek, Meclis Araştırması açılmasını isteyeceğiz!..”
Bunun gibi, “yüksek perde”den sarfedilmiş nice büyük lâf, nice büyük iddia!..
Oysa; defalarca söylediğimiz gibi; ortada bir “dinleme” değil, “dinletme” vardı...
“Devletin Valisi” M.Ali Serindağ ile “ahlâk dışı” siyasi bir görüşme yapıp, bu görüşmeyi “açık unuttuğu telefon”dan dinleten de, yani adeta “canlı yayın” yapan önder Sav’dan başkası değildir!..
Bu, hafızalara iyice kazına!..
TELEKOM’DAN SONRA TURKCELL ŞAMARI
Ne var ki; “tuş” olup yenilen “pehlivan”ın bir türlü “güreşe doymaması” gibi; başta Bay Deniz Baykal olmak üzere CHP kurmayları da, bir türlü “yenilgi”yi kabullenemiyorlar!..
“Hayır” diyorlar;
“Vakit değil, devlet dinledi!”
Biliyorsunuz, böyle deyince, “Türk Telekom faturası”nı yayınladık... O faturada; Vakit Ankara Bürosu ile CHP Genel Sekreteri önder Sav arasında “44 dakika 6 saniye” süren bir görüşmenin yapıldığı ifade ediliyordu!..
Bu belgeye de “hayır” dediler;
“2005’te Türk Telekom’un başına getirilen kişi, Başbakan’ın talebiyle getirilmiştir!.. Dolayısıyla, Türk Telekom’un belgesi kuşkuludur...
Biz Turkcell’e müracaat ettik!.. Turkcell’den gelecek döküme göre hareket edeceğiz!”
“Hay hay, olur” dedik.
öyle ya; “çiğ” yemedik ki, karnımız ağrısın!..
“Yara”mız yok ki, gocunalım!..
Derken efendim;
Dün gelen haberlere göre, Turkcell, “savcılık tarafından istenen belge”yi göndermiş!..
O belgede deniliyormuş ki;
“Vakit’in Ankara Bürosu’nda bulunan 312 310 41 19 nolu telefon ile önder Sav’ın 0532 371 65 22 nolu telefonu arasında 23 Mayıs 2008 Cuma günü bir görüşme yapıldığı doğrudur...
Saat 10.03’te başlayan söz konusu görüşme, 2 bin 647 saniye, yani 44 dakika 7 saniye sürmüştür!”
Sizin anlayacağınız;
Vakit ile CHP arasındaki “görüşme”nin varlığını, Türk Telekom’dan sonra Turkcell de doğrulamış oldu!..
Yani; ortada “Devlet” yok, “Hükümet” yok, “Başbakan” yok, “Emniyet” yok, “istihbarat örgütleri” ve tabii Vakit’e yapılmış bir “servis” de yok!..
Ama, gelin de bunu CHP’ye anlatın!.. Onlar, olayın altında hâlâ “büyük örgütler” arıyorlar...
“çolak Memiş’in uyanıklığı”nı ve “eşeğin testisleri”ni bir türlü kabullenmek istemiyorlar!..
HEYY öNDER SAV, ŞİŞTİN Mİ?
O kadar “paranoya” içindeler ki;
Daha düne kadar “Turkcell dökümlerini bekliyoruz” dediklerini unutup, bu defa da; “Turkcell’den gelen belgeye de itibar etmiyoruz” diyerek kıvırmaya başladılar!..
öyle anlaşılıyor ki; CHP kurmaylarının inanması ve ikna olması için, belgenin “CHP Genel Merkezi”nden alınması, kağıdın “CHP antetli” olması ve altında da “Deniz Baykal” imzasının bulunması şart!..
Yoksa, hiçbir belgenin doğruluğu kabul edilmez!!!
çünkü CHP’liler için; sadece “kendileri” vardır, “başkaları” yoktur!..
Ancak, Savaş Ay’ın ifadesiyle;
“ ‘Vakit’e saldırmak için uygun zemin yakalandı’ diye hurra yaptık dört yandan. Vurduk dinlemedik, açıklamalarıyla alay ettik.
(...) Şimdi yaldızlı, yıldızlı, yasalı, hukuklu, hamasi ve siyasi sözler eder, işi ‘Sav’saklamaya’ çalışırız. Lakin bu işe serinkanlı, dışarıdan ve tarafsız bakan ahalinin büyük bir kısmı, mahalle aralarında pek meşhur olan o olağan tepkiyi gösterir. Lafı döndürmez, çevirmez, eveleyip gevelemez, doğrudan konuya girer, söyler;
‘Şiştin mi düdüüüük?’ der…”
Biz de, “CHP’liler”e seslenelim;
“Heyy CHP’liler, şiştiniz mi?!?”
---------------
Gelelim asıl tartışmaya!
Bay Deniz Baykal ve CHP Genel Sekreteri önder Sav ile “CHP kurmayları”nın iddialarının hepsi “fos” çıktığına... “önder Sav’ın telefonunu açık unuttuğu” hem Türk Telekom hem de Turkcell belgeleriyle ispatlandığına göre, gelelim “olayın muhtevası”nı tartışmaya...
- 1- Devletin Valisi, hem de mesai saatleri içerisinde CHP’ye veya herhangi bir partiye gidebilir mi?..
- 2- Devletin valisi, bir partinin genel sekreteri ile siyasi konuları görüşüp, ona siyasi taktikler verebilir mi?..
- 3- Bir partinin genel sekreteri, devletin valisini parti genel merkezinde kabul edip, ondan siyasal brifing alabilir mi?..
- 4- Devletin valisi ile bir partinin genel sekreterinin siyasi konuları görüşmesi etik midir?..
- 5- Böyle bir görüşme etik olmadığına göre, öncelikle kim istifa edecektir?.. Vali mi, önder Sav mı, yoksa her ikisi birden mi?..
Ve
- 6- Bu görüşme, “CHP’nin siyasi kadrolaşması”nın bir delili değil midir?
Asıl tartışılması gereken konular, bunlardır...
Hiç kimse laga-luga yapmasın, “minder”e gelsin!..