Afrika’yı sömürenler, gözleri pırlanta ışıldayanlardır!
Güney Afrika’da bulunduğumuz süre içinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görüşmelerini ve çeşitli plâtformlarda yaptığı konuşmaları, herhalde “haber”lerimizden okumuşsunuzdur...
Dün de; Başbakan Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye’nin yürüttüğü “aktif dış politika”nın dünyadaki yankılarını anlatmaya çalıştım.
Bugün de, Güney Afrika ile ilgili “gözlem” ve “intiba”larımı aktarmak istiyorum.
HÂLÂ “BEYAZ’LAR EGEMEN!
¥ Dün de ifade etmeye çalıştığım gibi, Güney Afrika, çok ilginç bir ülke... Her şeyden önce, “3 ayrı başkenti” var... İkamet ettiğimiz Pretoria, “Yürütme” başkenti... Cape Town “Yasama”nın, Bloemfontein ise “Yargı”nın başkenti.
¥ Güney Afrika’nın yüzölçümü 1 milyon 219 bin 912 kilometrekare... Bu kadar geniş topraklarda yaşayan insan sayısı ise 49 milyon civarında... Bu yüzden de, “sakin” bir ülke... En önemli şehirleri Pretoria, Johennesburg, Cape Town ve Durban... Bu şehirlerde, ortalama “dörder milyon” insan yaşıyor...
¥ İnsanların “sosyal hayat”ları, genellikle “kapalı mekânlar”da geçiyor... Hafta içi iş günleri ve özellikle çalışma saatlerinde “canlılık” görülüyor ama hafta sonları tenhalaşıyor!
¥ Pretoria ve Johannesburg şehirleri, “adi suç oranı”nın aşırı yüksekliği ile ünlü... Silahlı soygun, kapkaç, darp ve hırsızlık gibi “adi suçlar”dan dolayı; özellikle “beyaz”ların oturduğu evler, “yüksek duvarlar” ve “elektrikli teller”le çevrilmiş durumda.
¥ 49 milyon nüfusun yüzde 80’i “siyah”lardan, yüzde 9’u “beyaz”lardan, yüzde 8’i “melez”lerden ve yüzde 3’ü de “Hint-Asya asıllı”lardan oluşuyor.
¥ “Siyah”lar da dahil, halkın yüzde 80’i Hıristiyan... Yüzde 15’i Animist... Yüzde 2-3’ü de “Müslüman”lardan oluşuyor... “Musevi”lerin oranı ise “binde 2” civarında...
Bu, “binde 2”nin üzerinde özellikle durmak gerekir... Çünkü, “binde 2’lik Museviler”, siyasette pek o kadar değil ama, “ticaret”e tamamen hakimler... Hatta, şöyle diyebiliriz: “Güney Afrika’nın yeraltı ve yer üstü zenginliklerini Museviler sömürüyor!”
¥ Ülkede, gayrıresmi olarak “10 dil” konuşuluyor... Ama, herkes “İngilizce” konuşuyor... 1795 yılında ülkeyi istilâ eden İngilizler; istilâ ettikleri diğer ülkelerde olduğu gibi, Güney Afrika’da da “tam egemen” olmuşlar...
Dediğim gibi, herkes “İngilizce” konuşuyor... Trafik de “soldan” işliyor... Güney Afrika yönetimi, “5-6 şeritli otoban”lar yapmış ama bütün tabelâlar “İngilizce!” İngilizler, ülkenin “gen”lerine işlemiş!..
¥ “Beyazların hakimiyeti” altında geçen ve “ırk ayrımcılığı”nın şiddetle uygulandığı dönem, 1992 yılında “siyah halkın temsilcileri”yle imzalanan Pretoria anlaşmaları ile sona ermiş, 1994 yılında yapılan genel seçimler sonunda ise, ülke “parlamenter demokrasi”ye geçmiş...
Görünürde “demokrasi” var ve “ırk ayrımcılığı” sona ermiş gibi... Ama, biraz önce de ifade ettiğim gibi, ülkenin “kritik nokta”ları, hâlâ “beyaz”ların elinde...
8 MİLYONA, 1 DOLAR!
Mesea, “öğle yemeği” için gittiğimiz Pretoria’daki “golf sahası”nda “beyazlar golf oynuyor, siyahlar da onlara hizmet ediyor”du!..
Lokantada da, “ayak işleri”ne bakanlar “siyah”lardı, masalara servis yapanlar ise “beyaz”lar!..
Dedim ya;
Güya “ırk ayrımcılığı” sona ermiş ama, “siyah”lar, hâlâ “Kunta Kinte!”
Dahası da var;
“Yüzde 80’i siyah”lardan oluşan ülkede, “8 milyon” civarındaki “siyah” insan, “günde 1 doların altında bir gelir”e sahip... Bu durum, elbette bir “güvenlik sorunu” yaşanmasına yol açıyor.
Ülkede “terör” yok... Ama, demin dediğim gibi, “adî suçlar” hayli yüksek... Evlerin, “yüksek duvar”lar ve “elektrikli teller”le çevrilmesi de, bir anlamda bu “aç insanlar”a karşı alınmış bir tedbir!..
“Yoksul insanları suça itmek” yerine, “adaletli gelir paylaşımı” yapılsa, herkes “huzur” içinde yaşar... Ama, şu “beyaz”lık yok mu, “beyaz”lık!... Türkiye’deki “Beyaz Türkler” gibi, Güney Afrika’daki “Beyaz Afrikalılar” da, “ülkeye hakim olma iştahları”nı bir türlü frenleyemiyorlar.
Uzun lâfın kısası;
Ülkede “demokrasi” var ama, “yoksulluk” had safhada... Ülkede tam bir “uçurum” var... “Yoksul” ve “zengin” var, “orta sınıf” yok!..
İKİ KADININ TERCİHİ!
Türkiye, işte böyle bir Güney Afrika’da “pazar” bulmaya çalışıyor...
Başbakan Tayyip Erdoğan, bu ülkeye Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Enerji Bakanı Taner Yıldız, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve “125 iş adamı” ile birlikte gitti.
Erdoğan, gerek “Türk-Afrika İş Forumu”nda, gerek “Dış Politika Konferansı”nda, Afrikalıların “yürek”lerine seslendi.
Dedi ki;
“Afrika’da olup bitenleri hiç kimse görmüyor... Afrika’nın kaderi, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin elinde!..
Afrika, bizim için ırak bir diyarın adı değil, bir dostun adıdır.
Afrika’nın kaynaklarını sömürenler, gözleri pırlanta ile ışıldayanlardır... Sorunun kaynağı da bunlardır.
Böyle bir dünya, adil ve yaşanabilir bir dünya mıdır?..
Bir yanda, çocuğunun hangisinin açlıktan öleceğine karar veremeyen Afrikalı kadın, öte yanda tercih edeceği pırlantaya karar veremeyen Batılı kadın... Bu, yaşanabilir bir dünya mıdır?.. Bu mudur adalet?”
Öyle sanıyorum ki;
Erdoğan’ın bu sözleri, “Afrikalının yüreği”nde büyük fırtınalar estirdi...
Öyle olmasa;
Erdoğan’ı can kulağı ile dinlemezler, avuçları kızarıncaya kadar alkışlamazlardı.
Erdoğan’ın final cümlesi şu oldu:
“Şimdi, dostluğumuzun nişanesi olarak, o meşhur vuvuzelaları çalmanın zamanıdır!”
Gerçekten de zamanıdır!..
Çünkü Türkiye;
Güney Afrika’yı “sömürme”ye değil, “dostluk eli”ni uzatmaya gitti.
Öyle umuyorum ki;
Bunun karşılığını da bulacaktır.
============
Mekânın cennet olsun
Güney Afrika’ya giderken, Sayın Başbakan’a; “Anneniz nasıl?.. Ameliyat başarılı geçti mi?” diye sormuştum...
Sayın Başbakan da; “Şu anda durumu iyi, dua edin” demişti.
Öyle sanıyorum ki; ayakları Afrika topraklarında olsa da; aklı hep “annesi”ndeydi... Çünkü, her “hayırlı evlât” gibi, o da “anne”sini çok seviyordu... Hem de; “ayaklarının altını öpecek” kadar... Çünkü, biliyordu ki; “Cennet, anaların ayaklarının altındadır.”
Dönüşte, İstanbul’a indiğimizde saat 06.00 civarıydı... Herkes gibi; o da yorgun ve uykusuzdu... Ama, evine yatmaya değil, hastanede annesini ziyarete gitti...
Dün sabah, “annesinin Hakk’a yürüdüğünü” öğrenince, nasıl bir ruh hali yaşadığını tahmin edersiniz... Çünkü Tenzile Ana, oğlunu çok severdi... Tayyip Bey; birkaç gün ziyaretine gitmese, pencereden bakar, “oğlunun yolunu gözler” ve şöyle dua ederdi: “Musa’yı Firavun’dan koruyan Rabbim, oğlumu da korusun.”
“Erdoğan’ın başarıları”nın altında, böyle bir “ana duası” almasının da büyük rolü olsa gerek.
“Tenzile Ana”ya Cenab-ı Allah’tan rahmet, Sayın Başbakan başta olmak üzere, tüm “Erdoğan ailesi” ve yakınlarına “sabr-ı cemil” niyaz ediyorum...
Mekânın cennet olsun Tenzile Ana...