ÖLENLER VE “ADA”MLAR...
Böyle acılı günlerde ya hissederek konuşmak, ya da susmak lazım! Öyle rol icabı “acı paylaşmak” mı olur? Buz dağı gibi durup “yangın” taklidi yapmak!
Bizim memleketteyseniz olur ama! Dört tarafı samimiyetsiz ruhlarla çevrili bir “ada”msanız daha fazla olur!
Ne diyeyim? Vah, vah bu milletin içinde ölenlerin haline! Ölmeyip acılı yakınlar olarak kalanların... Yangın yerine dönmüş “ada” adamların, tek kişilik ıstırabına vah!
İnanın bana şu aralar emin olduğum şey şu ki... Aslında bir an evvel ölmek iyi bir şey... İyi bir şey başını alıp gitmek... Öyle bir başına! Çekip gitmek iyi bir şey; şu vefası eksik, sevgi yoksulu kalabalıklardan... Yakın ama uzaklardan el çekip, uzak ama yakınların diyarına gitmek...
Mezar taşı bile bırakmadan ardında. Ağlama duvarı dikilmeksizin başına! Sahipsiz bir mezarda, kaybolmuşluğun derin huzuruyla. Başı kulağı rahat bir ölü olarak âhireti beklemek.
Taşsız mezarlar gibi vefasız, hissiz, haysiyetsiz, samimiyetsiz, “siz”, “siz”... insanlardan uzağa, cesedini koyup kaçmak! Birlikte ama yalnız olduğunu asla hissetmeksizin... Etrafın kalabalıklarının felaket şarkılarına kulak asmayıp, O’nun merhametine sığınarak!
Hayırlı oğul Tayyip Erdoğan, “başınız sağ olsun” diyemiyorum. Çünkü eksik kalmış bir öksüzün başının artık asla sağ olamayacağını biliyorum. O boşluğun ölünceye kadar dolmayacağını. Yüreğinizde gittikçe büyüyecek derin, uğultulu boşluğun karanlığına bir fetüs gibi yapışıp çırpınacağınızı ve bunun ruhunuzdaki maliyetinin ne olacağını...
Büyüyecek... Çünkü kaybedince çoğalır hep sevgiler. Varlığın ne demek olduğunun farkına, o yok iken varılır. Yerin büyüklüğü ancak boşalınca anlaşılır.
•
Bazı ölüleri elinizden kaçırırsınız. Nasıl desem tam da ellerinizle öldürecekken! Aynen bu hisler içerisinde “vay be!” dedim Steve Jobs “kanser” nedeniyle öldü haberini dinlerken. “Bereket eceliyle öldü!” dedi oğlum! Haklıydı bunu söylerken. Çünkü oğlundan koparılmış öfkeli bir anne olarak, Steve Jobs’u elime geçirdiğim ilk anda ben öldürecektim!
Tabii her katil gibi önce uzun uzun öldürmemin nedenlerinin ayrıntılarından söz ederek... “Seni öldürüyorum çünkü...” ile başlayan cümlelerle.
Olmadı, olamadı.
Bu sözlerimi sakın hafife almayın! Çünkü oğlumun IPhone’uyla yaşamaya başladıktan sonra nasıl yürüdüğünü görünce bunu yapabilirdim inanın! Nasıl mı yürüyor artık oğlum? Yaşayan bir ölü gibi...
Belki de ölmedi bu adam, ölemedi. Hem yaşarken, gerçek dünyada yaşıyor olduğu meçhul bir adam, nasıl ölebilir ki? Kim bilir? “The Walking Dead”daki gibi yaşayan bir ölüdür belki de ve dokunduğu insanlar da tıpkı kendisi gibi dönüşür. Oğlum gibi Walking Dead’lardan biri haline gelir kısa sürede.
Hatta ben şu Bill Gates’in de onlardan biri olduğuna inanmaya başladım! Lost’taki “others” yani diğerlerinden biri... Bu “diğerlerine” bilgisayar oyunlarını icat edenler de dâhil tabii...
Bu düşüncede olduğum için şimdi basında yazıp çizenlerin bu “Others” yani diğerlerini “bizden iyiler” diye sınıflamalarına bir türlü akıl sır erdiremiyorum!
Bu adamlar gerçekten iyi bir şey mi yaptılar acaba gerçek yaşamdaki yalnızlıklarıyla var olabilecekleri bir yaşam biçimi kurgulayarak? Bireyleri kendileri gibi IPhone’la yaşayan “Walking Deads-yürüyen ölüler” haline getirerek?
Teknoloji, bireysel iradeyi bağımlı kılan bir tür terör hareketi olarak düşünülebilir mi? Değilse çocuğunuzun elinden telefonunu alın! Sudan çıkmış balık gibi nasıl çırpındığını, soluk alamadığını görün. Ardından agresifleşerek şiddet eğilimleri gösterdiğini...
Bir sonraki kuşakta, belki de teknolojik ürünlere “aşırı maruz kalma sendromu”nun çıkış noktası olarak işaret edecektir şimdiki nesli. Kim bilebilir.
•
Habertürk’ün sürvahşeti konusunda sanıyorum hepimiz aynı şiddetle sarsıldık. “Kurban kadın güzelse ölüm haberi ilk sayfada” verilen gazetedeki bu başıdönmüş pornografi anlayışının. Bir de “Rahatsız mı oldunuz?” diye soruyorlar pişkin pişkin! Evet, fena halde rahatsız olduk. Kurban adına, ailesi, çocukları, sevenleri ve insanlık adına rahatsız olduk!