Türkiye’nin Annesini uğurlarken
‘Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka birşey değildir.’
‘Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız...’
‘O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksiklik yapmadan, onun canını alırlar.’
‘Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.’
¥
Hafızai beşer nisyan ile malüldür. Ölüm bir hatırlatmadır. Çerçeveyi yeniden bir dahi çizmektir. Olur a unutulmuş, bir an gözden kaçmıştır. Olur a insan değil mi... İsyan ve nisyan ile hemhal değil mi, güç hiyerarşisi bir an unutulmuştur... Ölüm hayat, hayatın bir parçasıdır. Hayalden gerçeğe geçişin başlangıç noktasıdır. Çerçeveyi bir dahi dosdoğru oturtmaktır.
Bir ezan ve bir namaz... Bir kamet miktarı boşluk. Oyun ve boşluk... Bir ezan ile bir namaz arası kadar bir hayal. ‘Laibun ve lehwun’ ile sabitlenmiş bir oyun ve boşluk olan hayalden Hakk’a yani Gerçek’e göçtür, ölüm... Ezan ile namaz arası bir eğlenme yani bir bekleme yani bir soluklanma, ve belki de soluk alma yani bir nefes miktarı, aldın ve verdin kadar bir iç çekiştir, hayat. Bir gölgelikte dinleniş, bir iç geçiriş, bir bekleyiştir, doğum ve ölüm arasına sıkıştırılmış zaman...
Her nefis ölümü tadacaktır... Öyle veya böyledır. Orada veya burada. Bugün veya daha sonra. Ama mutlaka. Kendi başına başlanan bir yolculuk yine tek başına sonlanacaktır. Rabbe kavuşmaya bir adım daha yaklaşılacaktır. Bu geçici, bu sıkıcı, bu badıreli bekleme yani hayat, hayal kadar kıymeti olan yaşam, bir o kadar da ekme zamanıdır. Hem ekecek hem bekleyecektir insan. İsyandan uzak, nisyandan beri, ektikçe ekecek, bir o kadar da bekleyecektir. Eş zamanlı bu iki fiil failini yoracak, biri bir tarafa çekerken diğeri öbür yana çekiştirecektir. Marifet de dengeyi kurmakta olacaktır, bu ikisi arasında... Ne o ne diğeri, ne onsuz ne de berisiz... Vasatta, ortada, orta yolda. Denge misali, mizanda...
Sayın Başbakan’ın annesı Tenzile Anne’yi çıktığı bu son yolculuğa uğurlarken bir bir bunlar geçti aklımdan. Sonra... Varlık alemini kabullenmiş, boyun bükmüş, “Amenna ve saddakna” diyebilmiş herkesin ona nasıl imrendiğini gördüm. Herkes onu, uzaktan da olsa, ekrandan da olsa, evladı yanı başında, imanıyla biraz utangaç, biraz çekingen, bir lider yetiştirmiş, yetiştirebilmiş olmanın haklı gururuyla dimdik duran bir mü’mine olarak yad edecek. Amel defterinin kapanmayacağı gerçeğiyle müjdelenmiş olmanın umuduyla yüze düşen huzurla dinginlik, yılların verdiği yorgunluğu, çekilen sıkıntıları alıp götürürcesine hafif bir tebessüm olarak çehresine yansıyacak, buna hepimiz şahid olacaktık. Tenzile Anne bir değil, üç değil, binlerce evladın annesi olarak omuzlarda taşınacak, Allahu Ekber’lerle kutlu yolculuğuna ugurlanacaktı. Gözlerdeki yaş biraz da sevinç gözyaşlarıydı. Ne güzel bir manzara, ne gıpta edilecek bir resimdi, bu. Tenzile Erdoğan Hanımefendi gibi bir tutkal olabilmek, birleştiren, ailesini, çocuklarını, torunlarını, akraba-u talugatını toparlayıcı, bir pelerin olabilmek, koruyan, kollayan, duasıyla sarmalayan bir örtü olabilmek her iman ehlinin duası değil midir...
Bu güzel anneyi Rabbine uğurlarken sanırım en çok duası özlenecek. O bereketti çünkü... Yığınlar Karacaahmet’e ilerlerken Erdogan annenin ‘namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir’ zikrini duyar gibiyiz... Kabri pür nur, mekanı Cennet olsun... Entum lena selef ve inna inşaallahu bikum lahikûn.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.