"Biz bu insanları niye böldük?"
Yaklaşık bir haftalık aradan sonra yine birlikteyiz. İzmir'den kalkan gemiyle kısa bir Yunan adaları turu yaptık. Seyahat, bilhassa Avrupa Birliği'nin Schengen vizesi konusundaki kızgınlığımı, daha da çoğalttı.
Şu sıralar Facebook, Twitter gibi internet alanlarında özellikle Schengen konusunda kampanyalar yürüten Türkler var.
Bazısı şartların hafifletilmesini talep ederken, bazısı "Vize isteyen ülkelere gitmeyin" çağrısı yapıyor.
Çok da haklılar.
Yirmi kere AB ülkelerine girip çıkmış, yaşını başını almış iş adamlarına bile zorluklar çıkarıyorlar.
Olmadık belgeler istedikten sonra vizeyi de 3 aylık, 6 aylık veriyorlar.
11 Eylül saldırılarından sonra "terör" paranoyasına tutulan ABD bile verdi mi 10 yıllık vize veriyor.
***
Yunanistan söz konusu olduğunda ise durum daha da gülünç hale geliyor.
Bir an için haritayı gözünüzün önüne getirin: Ege denizi ve çevresi bir "bütün" oluşturuyor. Bu "coğrafi" süreklilik, "insan ilişkileri" alanında da var.
Örneğin Rodos adasında bir lokanta sahibi ile sohbet ettik. İstanbul'dan geldiğimizi öğrenir öğrenmez hem adadan, hem de Türkiye'den Türk arkadaşlarını anlatmaya başladı.
O arada aşçısıyla da tanıştık: Adamın Rum eşi Gökçeada'da yaşıyormuş. Yazları Rodos'ta çalışan aşçı, kışları oraya gidermiş...
Bu tip birçok sohbet edip İzmir'e döndük... Bu sefer de kaldığımız otelin kapı sorumlusu Rodoslu çıktı!
Ailesinin yarısı oradaymış.
Arazileri, dükkânları filan varmış. "Çeşme'den gidiyorum, 45 dakika sürüyor" dedi.
***
Girit adasındaki "Çiçek Pazarı" da görülmeye değer. Pazarın adı bu değil ama İstanbul İstiklal Caddesi'ndeki Çiçek Pazarı'ndan hiçbir farkı yok.
Dil farkını... Yani "yazıları" ve "konuşmaları" bir an için unutun: Aynı Türkiye... Sadece ölçekler farklı: Buradaki büyük, Girit'teki küçük.
Hediyelikçi, yanında kasap, yanında biracı, yanında yine hediyelikçi, yanında minicik bir lokanta: Öyle devam ediyor...
Yunan uzosu ile Türk rakısı arasında da büyük fark bulunmuyor: Kimi kaymak misali akıp gidiyor insanın boğazından, kimi genzi yakıyor. Ve elbette su katınca beyazlanıyor.
Yunan rakısı ise epey değişik: Aroması fazla... Sert. Onu "shot" tipi minik kadehlerde ve genellikle susuz içiyorlar. Meyhaneciler uzo içecek olanla, rakı içecek olana farklı mezeler sunuyor.
***
Sinan Çetin'in "Propaganda" filmini izlemiş miydiniz? Aynı oradaki gibi: Normal şartlarda iç içe, yan yana yaşayan halkları, siyasi sistemler bölüyor, parçalıyor. Hatta birbirine düşman ediyor, savaştırıyor, ağlatıyor.
Hadi diyelim adalar farklı. Anakara uzak olduğu için bilhassa yakın adalarda yaşayan Yunanlılar, Türkiye'den alışveriş yapıyor. İnsanlar yakınlaşıyor.
Zihnimize sanki çok ötelerdeymiş gibi yerleşmiş olan başkent Atina çok mu farklı? Zaman darlığı nedeniyle "ce" yapıp dönmemize rağmen orada da Mısır Çarşıları, Karaköyler, Kadıköyler olduğunu gördük. "Fırsat bulsak da buraları doyasıya gezsek" dedik.
***
Türkiye'ye dönüp de haberlere baktığımızda canımız daha da sıkıldı: Bir zamanlar Ege'yi bölen "milliyetçi ideoloji", epeydir Güneydoğu'yu koparmaya çalışıyor.
Nasyonalistlerin iktidar hayalleri bir gün gerçekleşir de... Kürtler, Türkiye'ye girmek için vize almak zorunda kalırsa ne olacak?
Engin Ardıç bir yazısında anlatmıştı: İnanın iyi olmayacak!
(Bazı insanların bu gerçeği anlaması için bizzat yaşamaları gerekiyor ki o zaman da iş işten geçmiş oluyor.)