Şiddetin dili ile uzlaşmak!
Yeni bir anayasa, yani toplum sözleşmesi yapma yönünde ciddi adımların atıldığı bir dönemde, şiddetin azması, tedhişin tavan yapması nasıl izah edilebilir?
Türkiye 20. Yüzyılın başlarında oluşturulan ve dönemin şartları içinde totaliterleşen, kitleler üzerinde baskıcı nitelik kazanan ve fakat demokrasiye geçtikten sonra da baskıcı mahiyetini koruyan yapıyı değiştirmek iradesini hem geçen seneki halk oylamasında ortaya koydu, hem de son seçimlerde.
Türkiye yeniden yapılandırılacak; bu yapılanma ideolojik sistemin tasfiyesini de içinde barındıracak. İdeolojinin dayattığı şiddet resmen ve fiilen ortadan kalkacak.
Türkiye’de bir zamanlar “şiddet dengesi”ne gidiş vardı; devletin şiddeti ile terörün şiddeti kendi varlıklarını karşılıklı meşru gösterebiliyordu. Şimdi devlet şiddet ve çatışma dilini terk ediyor. Anayasa değiştirilmeden önce de bu yönde ciddi adımlar atıldı.
Devlet şiddeti ortadan kalkarken, terörün tavan yapması, dağ unsurlarının şiddetine paralel siyasi uzantıların, sivil görüntülü uzantıların aynı dili kullanarak sahada var olmaya devam etmesi nasıl izah edilebilir?
Silahların gölgesinde var olmak, kanı konuşturarak gündemi elinde bulundurmak... Bunlar nasıl bir amaca yönelik olabilir?
Türkiye’de ayrılıkçı şiddetin varabileceği nihai nokta neresi olabilir? Bağımsız bir devlet mi?
Türkiye’ye karşı uygulanan şiddetle varılacak bağımsızlığın kime hayrı olabilir? Kimi gerçekten mutlu edebilir?
Bu mutluluk saçacak gibi görünen sonuç hiç şüphe yok ki en fazla Kürtleri rahatsız edecektir. Doğudaki Kürtleri başka türlü, batıda Kürtleri başka türlü rahatsız edecektir. Bu rahatsızlığın ölçüsünü şimdiden kestirmek mümkün değildir.
Kürtler adına siyaset yürütmek iddiasında olanlardan bu sonucu görecek akla, iz’ana, ferasete sahip bir Allah’ın kulu yok mu? Şiddet ekspresine binen bir yolcu, varacağı yerin ne menem bir yer olduğunu kestiremiyor mu?
Türkiye normalleşirken, büyük Türkiye bütünü içinde yer alan farklılıkları olağan şartlar içinde kabullenerek geleceğe yürümek iradesi gösterirken yükselen şiddet artık kabullenilemez noktaya tırmanmış demektir.
Kürtlerin hakları ile, talepleri ile şiddetin, terörün eskiden de fazla alakası yoktu, şimdi ise hiç kalmamıştır.
Türkiye’ye karşı uygulanan şiddeti şu veya bu şekilde bir özgürleşme talebi, bir unsurun kendini ifade biçimi olarak görmek, artık kabul edilemez bir tavırdır.
Bu tavır şimdiye kadar muhatap bulmamış olabilir, fakat durum bundan sonra bulmayacağı anlamına gelmez.
Geleceğin Türkiyesini oluşturmak için her şeyi konuşabiliriz, kitlelerin iradesinin ortaya çıktığı her hususu çözümlemek için kararlı olabiliriz. Fakat, şiddetle uzlaşmak asla sözkonusu olmaz.
Şiddetten güç aldığı vehmi içinde olan kesimler, siyasi görünümlü yapılar açıkça tavırlarını ortaya koymalıdır; tavır ortaya koymaya zorlanmalıdır.
Devletin şiddete son verme konusundaki yaklaşımına karşı canlı kalkan olmak isteyenlerin asıl yapması gereken, kendilerinin adına şiddet üreterek Türkiye’nin normalleşmesini engelleyen unsurların karşısına dikilmektir.
Eğer Kürtlerin bir hak arama mücadelesi varsa, bunun en keskin şekilde yapılması gereken ülke Türkiye değildir. Suriye, İran elbette daha öncelikli ülkelerdir. Peki ne olmaktadır? PJAK-İran’la şartsız barış yapmakta, Suriye’nin birçoğu kimlik kâğıdından bile yoksun olan Kürtlerinin bu ezilmişliğini görmezden gelerek, bazı Kürtçü mihrakların eli kanlı Suriye rejimine destek vermesi nasıl bir siyasettir?
Kürtçü siyaset şiddetle imtihanını kaybetmiştir. Şiddetin dilini kullananlarla asla uzlaşılamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.