Erciş’teki iniltiyi, Diyarbakır’da duyan genç kız!
Hani, “hayatım roman” deriz ya; gerçekten de herkesin bir “hikâye”si ve hatta “roman” olacak bir hayatı vardır.
Bu “hikâye”ler, ancak çok önemli durumlarda ortaya çıkar... Meselâ, bir asker, çatışmada “şehit” olmuştur, hemen “hikâye”ler yağmaya başlar... Kiminin “terhisine 48 saat” vardır, kimi “şehit” olacağını önceden görmüştür, kimi, daha “3 aylık evli”dir veya terhis olduktan sonra evlenecektir!..
Ne zaman hatırlarız bunu?..
Bir “PKK saldırısı”ndan sonra!..
İşte şimdi de;
Van’da büyük bir “felâket” yaşadık ve dün saat 18.00 itibariyle 432 insanımızı kaybettik... Belli ki, “enkaz” kaldırıldıkça ölü sayısı da artacak... İnşaallah, sayı daha da artmaz.
İşte bu “432 kişi”den hemen hepsinin ayrı birer “hikâye”si var... Toprağın altından “dram” fışkırıyor, insanlar bu hikâyeleri gözyaşları içinde dinliyor veya okuyor.
BİR ÖĞRETMENİN DRAMI
İşte “üniversiteli 2 arkadaş”ın hikâyesi... Deprem sarsmaya başlayınca, “el ele” tutuşmuşlar... Enkaz kazıldığında, “el ele” bulmuşlar onları...
Onları toprağa verenler, ayırmamışlar bu iki arkadaşı...
Onları, “yan yana” defnetmişler...
Ya, “genç öğretmen”in hikâyesi?..
23 yaşındaki Melike Atman, annesini ve babasını, 1995’teki “Dinar depremi”nde kaybetmiş... Henüz, “ufacık bir bebek”miş... “Evlâtlık” vermişler onu... Büyümüş, okula göndermişler, liseyi okutmuşlar, üniversiteyi okutmuşlar.
“Öğretmen” olmuş Melike...
“Kur’a”lar çekilmiş, Van’a çıkmış tayini... 3 ay önce Van’a gelirken, yüreği kıpır kıpırmış... Allah bilir, ne “hayal”leri, ne “ideal”leri vardı...
Pazar günü saat 13.41’de depreme yakalanmış, bina çökmüş ve enkaz altında kalmış...
Enkaz altından çıkarılan cansız bedenini, ömrü boyunca “anne-baba” bildiği insanların yaşadığı Alanya’da toprağa vermişler.
Uzun lâfın kısası;
Gerçek anne ve babasının kaderini o da yaşamış...
O da “deprem”de kaybetmiş hayatını!..
GÖZÜNE UYKU GİRMEYİNCE!
Dedim ya, bizler, bu tür “hikâye”leri; büyük bir “katliam”dan, büyük bir “felâket”ten sonra öğreniyoruz... Hikâyeler, hep “öldükten sonra” anlatılıyor.
Ama, Van’da gördük ki;
“Yaşayan”ların da hikâyesi var.
Meselâ, bir “öğrenci” olan Deniz Gökçenlik’in hikâyesi... Ya da, Derya Coşkun ve kızı Elif ile oğlu Özer’in hikâyesi!..
Hikâye içinde hikâye!..
Öyle bir hikâye ki; içinde “4 kişi” var... Erciş’te yaşanan, işte bu “4 kişinin hikâyesi”dir...
Şu “yazgı”ya, şu “kader”e ve şu “hayat kesişme”sine bakar mısınız?..
Deniz Gökçenlik, “İstanbul’da doğmuş” bir kız... Büyümüş, okula gitmiş, “üniversite sınavı”nı kazanıp, Diyarbakır’da okumaya başlamış...
Okuluna devam ederken, geçtiğimiz Pazar günü, “Van’da deprem” haberini duymuş televizyonlardan...
“74 milyon insanın üzüldüğü” gibi, o da üzülmüş elbette...
Gözüne uyku girmemiş.
Uyumak istiyor ama, bir türlü uyuyamıyormuş... Yatağında bir sağa, bir sola dönerken, bakmış ki uyuyamıyor, kalkmış “abdest” alıp, “namaz”a durmuş...
Olacak ya;
Tam namaz esnasında “uyku”ya dalmış ve yine olacak ya, bir “rüya” görmüş...
Rüyasında, Erciş’teymiş!..
Erciş’te, “enkaz”ın altından “ses”ler gelmiş kulağına... Demek ki, orada “canlı”lar var... “Kurtarın bizi” diye sesleniyorlarmış Deniz’e...
Deniz; uyandıktan sonra Erciş’e gitmeye karar vermiş... Ama, nasıl gidecek?.. Hem, hayatında Erciş’i hiç görmemiş ki!.. Nasıl gidilir, nereden gidilir, hiç bilmiyor...
Çıkmış evden, düşmüş yola...
RÜYASINDA GÖRDÜĞÜ ENKAZ!
Düşünebiliyor musunuz;
Yol bilmez, iz bilmez bir genç kız, büyük bir “risk” alıp, düşüyor yola...
Çünkü o, hâlâ “rüya”nın tesirinde!..
Bu rüya da; “alelade bir rüya” değil...
Yola çıkıyor ama, araç yok...
“Otostop” yapmaya karar veriyor, o yöne giden arabalara binip, geliyor Erciş’e...
Biraz önce dediğimiz gibi;
Erciş’i hayatında ilk defa görüyor.
Doğruca, “rüyasında gördüğü enkaz”ın olduğu yere gidiyor.
Kendini tanıtıyor önce...
“Ben” diyor; “İstanbulluyum... Diyarbakır’da okuyorum... Kurtarma çalışmalarına katılmak istiyorum!”
“Olmaz” diyor, görevliler;
“Sürekli artçı sarsıntı oluyor, enkaza çıkmanıza için veremeyiz!”
Bir ara, bir fırsatını bulup, fırlıyor enkazın üzerine... Ne ilginçtir ki; “rüyasında duyduğu sesleri” duymaya başlıyor.
Çağırıyor görevlileri;
“Gelin, burada sesler var!”
“İmkânı yok” diyor görevliler;
“Biz, orada 9 defa dinleme yaptık... Dokuz defa seslendik ama hiçbir hayat emaresine rastlayamadık!”
Deniz Gökçenlik ısrarlı...
“Ne olur” diyor, “Buraya gelin ve sesleri siz de duyun!”
Görevliler, “dinleme cihazları” ile gelince, “Gerçekten” diyorlar; “Aşağıdan ses geliyor!”
Başlıyorlar kazmaya...
Vee, mutlu son...
Enkazın altından, “hamile” bir kadın, evet Derya Coşkun ile kızı Elif ve oğlu Özer çıkarılıyor.
Evet, yaşıyorlar...
Yaralılar ama yaşıyorlar.
ŞÜKÜRLER OLSUN ALLAH’IM
“Şükürler olsun Allah’ım” diyor Deniz; “Sana sonsuz şükürler olsun ki, 3 bedenin sağ çıkarılmasına beni vesile kıldın!..”
Yanında getirdiği Kur’an-ı Kerim’i bağrına basıp, hıçkıra hıçkıra ağlıyor!..
Bu, “kimin hikâyesi”dir şimdi?..
Deniz Gökçenlik adlı genç kızın mı, yoksa “Derya Coşkun ve çocukları”nın hikâyesi mi?..
Belki de, “dördünün hikâyesi”dir...
Düşünebiliyor musunuz;
İstanbul’da bir kız çocuğu dünyaya gelecek, o kız çocuğu büyüyüp Diyarbakır’da okuyacak, orada bir “rüya” görecek ve Erciş’e gidip, “anne ve iki çocuğunun sağ kurtulmalarına” vesile olacak!..
RÜYAYA GİREN KARDEŞLİK
Buyrun, “akıl”la ve “mantık”la izah edin bunu!.. Biz, bütün “Müslüman”lar gibi, buna “kader” diyor ve iman ediyoruz...
“Ölüm” nasıl “kader” ise,
“Yaşamak” da bir “kader!”
Biz, iman ederiz ki;
“Vâdesi dolan” bir insanı, hiç kimse bir saniye bile yaşatamaz... “Yaşayacak” bir insanı da; bütün dünya bir araya gelse öldüremez!.. Buna karar verecek olan, sadece ve sadece Cenab-ı Allah’tır...
İşte gördünüz;
Cenab-ı Allah, “Derya Coşkun ve çocukları”na öyle bir “ömür” tayin etmiş ki; İstanbul’da doğan, Diyarbakır’da okuyan bir genç kızı Erciş’e gönderip, onların kurtulmasına vesile kılıyor.
Ne yalan söyleyeyim;
Ben çok etkilendim...
Bunun gibi “daha nice hikâye” vardır ama, bu hikâye beni çok etkiledi ve işte sizlerle paylaştım...
Ama, şunu söylemeden geçemem:
Gördüğünüz gibi;
“Biz, rüyada bile kardeşiz!”
Öyle bir “kardeşiz” ki;
Erciş’teki “imdat” iniltisi, Diyarbakır’da “rüya”mıza giriyor.
Buna inanmayan “kâfir”dir!..
Alçak, her yerde alçak!
Dün bir nebze bahsettim ama, “ayrıntı”ya girmemiştim... İçimizde “Ergenekoncu Kürtler” olduğu gibi, “Ergenekoncu Türkler” de var... Ve bu “Ergenekoncu”lar, bizim”acı”larımızla, “kan”larımız ve “gözyaşları”mızla beslenirler...
Hangi taraf bir “felâket” yaşasa, “Oh olsun” derler!..
İşte, “Van’da yaşanan deprem”den sonra, “Ergenekoncu Türk”ler, “telefon” ve “internet”lerde “mesaj zinciri” oluşturmuşlar.
“Oh olsun” demişler;
“Biz 24 şehidimize ağladık, şimdi ağlama sırası onlarda!”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şiddetle karşı çıkmış bu anlayışa; “Lânetliyorum” demiş, “Bunun adı densizliktir, bunun adı soysuzluktur!”
Bu sözlerin altına ben de imzamı atıyorum... Bu yapılan, gerçekten de “soysuzluk”tur, “alçaklık”tır, “iğrençlik”tir!..
“Kürt” de yapsa alçaklıktır, “Türk” de yapsa alçaklıktır!..
İşte bu “alçak kafa”dır ki; Türkiye’nin “acı”larından beslenmekte, “kan ve gözyaşı”nı sömürüp, semirmektedir!..
Bunlar, “asker” ve “polis”ten de mi ders almıyorlar acaba?.. Gördünüz işte; deprem bölgesine ilk giden “asker”ler ve “polis”lerdi... Ne “şehit”ler geldi akıllarına, ne de “kendilerine sıkılan kurşunlar!”
Devlet Bahçeli’yi bu tavrından dolayı kutluyorum...