Wall Street nereye çıkar?
Marksist düşüncenin temelini kapitalist sisteme eleştiri oluşturur, malum. Karl Marks, kendi yaşadığı toplumun sorunları üzerinden üretimle alakalı teoremlerini geliştirir. Etkisi altında kaldığı Hegel sorunların temelinin ruhanilikten uzaklaşmak olduğunu söylerken öğrencisi Marks problemin ekonomik sistemde yattığını iddia eder.
Her ne kadar kapitalizmin babası Adam Smith’in hür ortak pazarı herkese eşit mesafede duran bir market oluşturmanın sözünü vermiş, böylece dileyen girişimciye eşit şans tanıyacak olsa da ampirikte bu işleme konamaz der ve bir kısım insanların diğerlerini bu pazarda ezeceğine işaret eder. Nitekim öyle de olur. Belki kimse kimseyi ekonomik girişimlerden alıkoyamaz ama bütün girişimcilerin başarıya ulaşmada eşit haklara sahip oldukları da söylenemez.
Realitede kimileri koşuya daha önden başlar, nesiller değiştikçe aradaki mesafe gitgide açılır, kapanamaz hale gelir. Kimileri gelirlerine gelir katarken kimileri de oldukları yeri değiştiremezler. Bu onların hallerini muhafaza ettikleri anlamına gelmez. Alım güçleri, diğer grupla aralarındaki uçurum açıldıkça daha da azalır. Orta ve üst sınıfı dur durak bilmeyen istekleri yüzünden suçlayan Marks, onların bu tatmin edilemez hallerini insanlık içinde savaş sebebi olarak görür.
Çünkü onlar toplumda yaşayan diğer insanları, özellikle de mavi yakalı, işçi sınıfını istismar eder varlıklarını onlar üzerinden tanımlarlar.
Uluslararası ilişkiler de Marks’ın bakış açısıyla okunduğunda ulus-devlet çerçevesindeki ekonomik ilişkiler yumağı uluslararası arenaya aynalanabilir, aksi de bir öncekine benzer şekilde tezahür eder. Biz buna dünya sistemi teorisi diyoruz. Buna göre, orta üst sınıf lokal konteksten global kontekse geçildiğinde merkez veya çekirdek olarak nitelendirebileceğimiz ülkeler haline dönüşür.
Yani ulus-devlet içerisindeki bireyler topluluğu/sınıfı ne ise, ülkeler de o şekilde muamele görür. Bu ulus-devletlerin kimileri merkezde, kimileri perifer dediğimiz kenar bölgelerde, kimileri de ikisi arasında semi-periferdedirler.
Orta üst sınıfın işçi sınıfı üzerindeki tahakkümü ve güç gösterisi nasıl eşitlikten uzak ve hatta haksız bir düzene yol açıyorsa küresel çerçevede çekirdek veya merkez ülkelerin diğerleri ile olan ilişkileri de benzer eşitsizliklere sebebiyet veriyor.
Bunu sağlayan prosedür, bir çifte süreç halinde paralellik arz ederek iki kanaldan gerçekleşiyor.
Şöyle ki, birinci kanalda çekirdek ulus-devletin kendi merkezi yani orta üst sınıfı mavi yakalıları çalıştırıp karşılığını hak ve adalete uygunluk aramaksızın veriyorlar.
Kendi içinde bir işlem bu, yani. Sonuçları kendine dönük bir aktivite. İç adaletsizliğin varlığıyla gelen sorunlarla başa çıkmaya çalışır devlet bu noktada. Bir başka bağlamda da uluslararası implikasyonları çözmeye çalışır. Bu da merkez kabul edilen ulus-devletin perifer kabul edilen diğer ülkelere hükmetmesi yani içte kurduğu ilişkiler yumağının bir benzerini dışarıda da uygular hale getirmesi anlamına gelir.
Kenar ülkeler ki bunlar henüz siyasi ve ekonomik gelişimlerini tam anlamıyla gerçekleştirememiş, endüstriyelleşmelerini daha tamamlayamamış az gelişmiş veya gelişmekte olan ulus-devletlerdir. Bunlar proletarya sınıfının burjuva sınıfı tarafından istismar ediliyor olmasına eş anlamlı olarak adaletten yoksun bir muameleye tabi tutulurlar ve beklentileri doğrultusunda emeklerinin karşılığını bir türlü alamazlar. Ancak bu sadece içte değil, dışarıda da böyledir.
Yani içeride işçi sınıfı kendi üst sınıfı tarafından haksızlığa uğratılmışken ve emeğinin karşılığını alamazken, toplumsal olarak da bir haksızlıkla karşı karşıya kalırlar, bu sefer de çekirdek olarak addedilen merkez ülkeler tarafından istismar edilirler.
Toplumu ayakta tutan ister lokal, ister internasyonel alanda çalışan, mavi yakalılardır, çünkü üretim onların elinden geçmektedir, ama ipler, tabiri caiz ise başkalarının elindedir. İkincisi de gayreti takdir edip ödüllendirmek yerine “acaba nasıl bu işi daha ucuza kotarabilirdik” diye hayıflanırlar. Sonuçta “olanlar” ve “olmayanlar” yani mahrum kalanlar arasındaki uçurum büyür gider.
Bugün NY sokaklarında yürütülen protesto da işte bu haksızlığı gözler önüne sermek adına yapılmakta. ABD hükümetine bağlı CBO (Kongrenin Bütçe Departmanı)’dan bu hafta yapılan açıklamaya göre ülkenin en üst yüzde bir nüfusunun geliri 1979’dan 2007’ye gelindiğinde yüzde 275 oranında artmış. Gerisi? Onları sormayın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.