Van müteahhidi ve Kenyalı Muhammed!..
Van-Erciş dönüş yolunda, “Bir ‘insan’ nasıl olur da bu kadar küçük çıkarlar için bu kadar büyük bedelleri göze alır” diye düşündüm.
“Bir dairenin demirinden, kumundan kaçırmakla elde edilebilecek menfaatin karşılığı ne arkadaş?..”
Müteahhit dostum Alper Alptekin’e sordum:
“İnsan güvenliğini hiçe sayarak demirden, çimentodan, kumdan kaçıran adam, daire başı en fazla 3 bin liralık bir ‘menfaat’ elde edebilir”miş.
¥
Adam buncağız para için, çoluk, çocuk, yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atabiliyor...
Hatta kendi hayatını, çocuklarının hayatını tehlikeye atabiliyor!..
Manyaklık bu, sapıklık!..
¥
Böyle, deprem ruh haliyle, hayli öfkeli başladığım bir günün sabahında Kenya’dan bir telefon geldi...
“Ben Muhammed Muhtar?.. Nasilsin Mistır Arseven!”
Ha, bizim Muhammed...
Dedi ki, “Bu Akşam Ankara’da olacağım... Müsait olursanız görüşelim.”
¥
Bu arkadaş, henüz 25 yaşında...
Türkiye’ye öğrenci olarak geldiğinde tanışmıştık.
Çok iyi bir Müslüman, akla ziyan bir zekası var, az ama istikrarlı çalışan, her duyduğunu zihnine kaydeden ve her duyduğunun arka planını mutlaka araştıran bir genç.
İnternet teknolojisine müthiş hakim...
Arapçası, İngilizcesi en ağdalı eserleri birinden diğerine çevirebilecek kadar kuvvetli, Urduca’yı kendi gayretleri ile öğrenmiş, babasının Kenyalı, annesinin Etiyopyalı olmasından dolayı buraların “yerel” dillerini de biliyor... Türkiye’de girdiği bütün sınavları kazandı, internet üzerinden Avustralya’daki bir üniversiteye başvurdu, orayı da kazandı...
Avustralya diplomasının daha cazip olduğunu düşündü, şimdi üniversiteyi On-Line okuyor...
Kenya’da bir şirketi var...
Bütün dünya ile ticaret yapıyor!..
İki kız kardeşi Türkiye’de, her ikisini de özel üniversitede okutuyor... Erkek kardeşi Malezya’da üniversite eğitimi görmekte...
Evet...
Arkadaşım Muhammed geldiğinde hoşbeşin ardından, “Van-Erciş’ izlenimlerini anlattım...
Deprem sonrası gelişmeleri yakından takip etmiş...
Dedi ki;
“Özür dilerim ama, sizdeki eğitim sistemi yetersiz. Ben bütün olumsuzlukları buna bağlıyorum!..”
Biraz bozulsam da ses etmedim...
Ben susunca devam etti Muhammed:
“Bizde eğitim aileden başlar. Bir çocuğa ilk eğitimi annesi, babası verir... Anne veya baba, çocuk konuşmaya henüz başlamışken Kur’an eğitimi vermeye başlar... Çocuk ilköğretim çağına geldiğinde Kur’an-ı Kerim’in yarısını ezberlemiş olur. İlk çocuk, bir sonrakine Kur’an öğretir, bir sonraki bir sonrakine... İlköğretimi bitiren bütün Müslüman çocukları Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş olur... Tefsir’de, Hadis’te, Fıkıh’ta büyük mesafeler kat etmiş olur...”
Sonra?..
“Bizde bir erkeğin 15 yaşından sonra babadan para istemesi ayıptır. Erkek, o yaşa kadar kendi ekmeğini çıkartacak duruma gelmek mecburiyetindedir. Kenya’dan ekmek çıkartamıyorsa hemen yurtdışına açılır...”
¥
Anneler, babalar merak etmez mi çocuklarını?..
“Eder tabii... Sürekli bağlantı halinde olur. Ama bizdeki anne- baba himayeci değildir. Çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilmesi için biraz serbest bırakır. Çocuk da, temel eğitimi sağlam olduğundan annesini babasını utandırmaz genellikle.”
¥
Muhammed, günlük hayatında ağırlıklı olarak İngilizce’yi kullanıyor.
Yeri geldiğinde Arapça ve Türkçe anlaşıyor...
Bizim günlük 300-500 kelimeyle sınırlı günlük konuşma alanımıza mukabil, yüzbinlerce kelimelik bir alana hükmediyor...
Küçük yaşta “aile eğitimi”yle hafız olmuş, beyni alabildiğine açık...
Muhammed, mühendis de olsa müteahhit de, işini çok iyi yapar; üç kuruş daha fazla kazanabilmek için demirden, çimentodan, kumdan çalmaz!!!
Muhammed’in küçük paralara ihtiyacı yoktur; internet üzerinden ticaret yapar, ülkesindeki arazi satışlarını takip eder, vekalet verdiği “Kur’an eğitimli” dostları vardır, mal alınacaksa onlara aldırır...
O henüz 25 yaşındadır ve bu genç yaşında kazandığı paralarla tam 20 ülkeyi dolaşmıştır, 20 ülkede ticari bağlantı kurmuştur...
Dostlar edinmiştir, biri de bendeniz.
Muhammed kimsenin bir kuruşuna göz dikmez ve kimsede de bir kuruşunu bırakmaz!..
Ne aldatan ne aldanandır Muhammed...
Bizde ise, ne batılı ne doğulu, ne yabancı ne yerli, ne laik ne şeriatçı, ne bilimsel ne dogmatik, ne deve ne kuş...
Böyle bir eğitim sisteminin pençesindeki insanlar...
Büyürler...
Ellerine iki kuruş geçtiğinde “müteahhit” olurlar...
Demirden, çimentodan, kumdan kaçıra kaçıra bina yaparlar...
Bir deprem bütün foyalarını ortaya döktüğünde de, suçu –Hâşâ- Yüce Yaradan’a yükleme anlamında, pis pis gerdan kıvırarak...
“Takdir-i İlâhi” derler!..