Cumhuriyeti Nasıl Bilirsiniz?
Bâzı tecrübelere bakıldığında, cumhuriyet, cumhurun hâkim olduğu, rey ve esasa göre idarecilerinin belirlendiği, istibdat ve oligarşinin en az hükümferma olabileceği bir rejimdir. Âmenna.
Fakat, “cumhuriyet” nâmı altında ilân edilen her cumhuriyetin, inkılâpçı istibdattan ve “Tek Adam” ideolojisinden uzak, cumhurun dininden neşet eden kültür ve medeniyet değerlerine sımsıkı bağlı bir cumhuriyet vasfını taşıdığını söylemek mümkün müdür?
Türkçü Tekinalp (Moiz Kohen)’e göre “Türkiye Cumhuriyeti, atalar ruhunun dirilmeye ve Türklerin tekrar Türkleşmeye başladığı dönemdir. Bu dönemin fikir babası Ziya Gökalp, uygulayıcıları ise Atatürk ve İnönü’dür.”
“Atalar ruhu”ndan, İslâm’la müşerref olmayan Moğol-Türk karışımı “budunların” başındaki Cengiz Han ve Atilla gibi Müslüman olmayan hakanların varlığı kastedilmektedir.
Meclis’teki 291 mebustan 158’ine, bir yandan tehdit, diğer yandan ikbâl vaat edilerek ilân ettirilen cumhuriyet, Jakoben, yani tepeden inme bir cumhuriyettir ki, “din-i İslâm üzere” başlatılan Millî Mücadele’nin mâna ve idealizmine hiç de uygun olmadığı âşikardır.
Çünkü, cumhuriyet millet-i hâkimenin inanç ve medeniyetine uygun bir cumhuriyet olarak düşünülmemiştir. Kemalistlerin ifadesiyle, “1919-1929 arası Türkiye’de devrimci cumhuriyet sayesinde kadîm Doğu gericiliği yok edildi.”
Cumhuriyet, balo, opera, İslâmsız Halkevleri, hukukun olmadığı İstiklâl Mahkemeleri, fötr şapka, Türkçe ezan, laiklik demektir. İslâm’la varlığını bulup üç kıtada medeniyet dili olan Türkçe’den otuz binden fazla kelimenin tasfiyesi, milletin dinî yaşayış ve değerlerinin “irtica” olarak ilân edilmesi, Kur’an-ı Kerim okunmasının yasaklanması ve Allahüekber’in “Tanrı uludur” olarak okunması demektir.
Ayşe, Fatma, Muhammed ve Bekir gibi ehl-i beyt’ten isimlerin “Osmanlı ve Arap” sayılarak bir müddet yasaklanması ve yerine Umay, Gökbörü, Asena, Tankut, Tonguç, Bozkurt gibi isimlerin tepeden inme kabul ettirilmesidir.
1950’ye kadar cumhuriyet, milletin hafızasında despot bir rejim, Batıcı inkılâpların yapıldığı zulüm ve baskı devleti, CHP’nin Altı Ok’u olarak yer etmiştir. Böyle olduğunu şedit cumhuriyetçi Recep Peker anlatıyor: “Esasta partimizin ana vasıfları olan Altı Ok açısından 1935 yılı bir dönüm noktasıdır.
Altı ilke onaylandıktan sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vasıfları hâlini almıştır. Altı Ok’tan dördünü atan yay Batılılaşmadır. Bu altı Ok’tan dördünün başarıyla atılması cumhuriyet Batılılaşmasının bir vasfıdır.”
Cumhuriyetin ceberrut yapısı, 27 Mayıs Darbesi’yle yeni “derin merkezler” ilâve edilerek güçlendirilmiş ve millete kem bakışı daha da artırılmıştır. Sosyolog Şerif Mardin’in ifadesiyle, “cumhuriyet trenine mütegallibe bindi, bürokrat bindi, halk binemedi.”
“Hakk’a tapan milletin” temsilcilerine müracaat edilmeden ilân ettirilen cumhuriyetin “Batılı Türkiye Cumhuriyeti” olduğunu, millî bir cumhuriyet olmadığını “ağyarını mâni, efradını cami” bir şekilde târif eden, Cumhuriyet ve İnkılâp Tarihi’nin surlarında gedik açan yazar D. Mehmet Doğan’dan dinleyelim:
“İslâm’la bağlarını koparmış, İslâm topluluklarıyla ilişkilerini kesmiş bir Türk devleti Batılılar için yönetilmesi, kontrol edilmesi kolay bir siyasî organizasyon olarak görünmüş olmalıdır. Bu devlet, kuruluşundan itibaren bütün imkânları ile Batı bağlısı, sonuna kadar onun menfaatlerinin aracı bir siyasî otorite olarak teşkilâtlandırıldı.
Eğitim ve kültür kurumları sömürgeciliğin gölgesinde bir Batıcılığı ideoloji haline getirmeğe çalıştılar. Bu ideoloji, son tahlilde ‘pan’(bütün) ve “izm”(cılık) kelimeleriyle ifadelendirilirse ‘Panavrupaist’ bir devleti öngörüyor ve toplum fertlerini bu yöne sevk etmek istiyordu. Bu yüzden cumhuriyet hükümetleri Batı devletleriyle münasebetlerde fazlasıyla hassas-bağlı derecesinde hassas- bir tutum içinde bulunmuşlardır.
(...) Cumhuriyet hükümetleri Panavrupaizm’i iç siyasette de bir baskı unsuru olarak kullandılar. Avrupa ile münasebetlerimize zarar verecek herhangi bir kıpırdanışı hemen yok etmek, gerici, çağdışı ilân etmekte yarıştılar” (Batılılaşma İhaneti).
“Cumhuriyetin ilânı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı” sözü totaliter cumhuriyet şeflerinin hempası olan basının propagandasıdır. D. Mehmet Doğan’ın “Ali Osman Eğilmez” müstearıyla yazdıklarından, cumhuriyetin ilânının milletin reyi ile değil, zorba muktedirlerin emrivâkisi ile yapıldığını en trajik yönüyle öğrenmek mümkün. Mevzuun hülâsası şöyle:
“Cumhuriyetin ilânı, konunun ele alınış ve yürütülüş tarzına bakılırsa, kabine bunalımının arkasına gizlenen bir oldu bitti şeklinde gerçekleştirilmiştir. Konudan bazı milletvekilleri ile Millî Mücadele’nin önden gelen kumandanları dahi haberdar edilmemiştir. Başbakanlıktan ayrılan Rauf Bey Ankara’da değildir. Refet Paşa İstanbul’dadır. Ali Fuat Paşa siyasî hayattan ayrılmıştır. Hem mebus, hem de ordu kumandanı olan Kazım Karabekir Cumhuriyetin İlânı günlerinde Trabzon’dadır. Karabekir, Cumhuriyet’in ilânı ile ilgili şunları anlatmaktadır: Ben hem mebus ve hem de bir ordu kumandanı olduğum halde, bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet, haklı olarak halkı da orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Daha dün yüreklerine ferahlık verdiğim zatlar, benden bu şeklin mânasını soruyorlardı. Bu vaziyette tabiî cumhuriyetin ilânını ertesi günü dahi kutlayamadık. Ahmet İzzet Paşa da ‘Gece yarısından sonra top atışlarıyla ilân olunan Cumhuriyet’ten sadece ahalinin değil, uykusunu seven bir kısım mebusların bile haberi olmamış, bu gürültüler Ankara halkında, olayın tam tersinin olduğu zannını uyandırmıştır”(Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş).
Akademisyen tarihçi Zafer Toprak da, kendi tesbitlerine fikren inandığını bilmesek de cumhuriyetin Batılı bir cumhuriyet olduğunu teyit ediyor:
“Cumhuriyet, özünde kültürel bir devrimdir. Türkiye’de, Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyeti’ni kurduk. Cumhuriyet Türkiyesi Üçüncü Cumhuriyet’in bir tür kopyasıdır. Düşünce dağarcığı tamamen Üçüncü Cumhuriyet’tir. Ayrıca Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyeti’nin radikal partisiyle Cumhuriyet Halk Partisi arasında çok yakın bağ vardır. Bu nedenle bizim laikliğimiz de bu cumhuriyetten gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin pozitivist hukuk anlayışı da bu Cumhuriyet’in ürünüdür. Cumhuriyet’in sosyologu Ziya Gökalp’in düşüncelerinin temelinde de Üçüncü Cumhuriyet’in sosyologu Durkheim vardır.”
“CUMHURİYETE İSİM ARANIYOR”
Yirminci asrın başlarında Türkiye isminin Osmanlı siyasî dilinde yer almadığı malûmdur. Devletin adı Âl-i Osman’dır, Devlet-i Âliyye’dir. Kemalist Cumhuriyetçiler ad olarak “Türklerin yaşadığı yer” mânasına gelen İtalyanca “Turchia” kelimesinin Türkçe versiyonu olan ‘Türkiya” kelimesini tercih ederler.
Bunun dışında iki teklif daha vardır. Pan-Türkçüler “Anadolu Cumhuriyeti yahut Anadolu Türkiye Cumhuriyeti”, İslâmcılar “Türkiye İslâm Cumhuriyeti” ismini teklif ederler. Tabiî ki Kemalist İktidar, İslâmcıların teklifini, meclisten tasfiye edildiği ve güçleri az olduğu için gündeme dahi getirmemiştir. Cumhuriyetin ilânında Mehmet Âkif ve benzerleri yoktu. Çünkü cumhuriyetin ilânına oy vermesi şüpheli olan İkinci Meclis’in listesine konulmayanlar arasındaydı. Pan-Türkçülüğü netameli gören M. Kemal, Fransız laikçiliği zemininde daha “tekil” ve etnik çağrışımı olan bir ulus devletin ikamesi için “Türkiye Cumhuriyeti” adını tercih eder.
ORDU VE CUMHURİYET AYNI MÂNAYA MI GELİR?
Orduyu eleştirmek, cumhuriyet düşmanlığı mânasına mı gelir? Orduyu icraatlarından dolayı tenkit etmek, cumhuriyet aleyhinde olmak mıdır? Ordu, cumhuriyetin bizzat kendisi mi demektir? Ordu, cumhuriyetin siyasî, dinî, kültürel ve hukukî yapısını oluşturan mercî midir? “Ordunun aleyhindeki her çabanın hedefinde Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı, bölünmezliği ve bütünlüğü olduğu unutulmamalıdır” ifadesinden, “cumhuriyet ordunun bizzat kendisi demektir” anlamı çıkmaz mı?
CUMHURİYET “TASADA VE KIVANÇTA BERABER OLMAK” MIDIR?
Altı Ok sembollü partinin umum başkanı ebleh ve cahil olsa gerek ki, “Törenlerin yapılmaması cumhuriyetin erdemlerini bilmemektir. Cumhuriyet, olgunlaşma yolunda atılan en büyük adımın hatırlanmasıdır, o adımın gerisinde bu ülkede herkesin yaşadığı tasada ve kıvançta birlik yemini vardır. Atalarımızın ettiği o yemin, bir daha bozulmamak üzere edilmiş bir yemindir. Cumhuriyet bayramları bu yeminin herkesçe tekrarlanışıdır ve millet olmanın hazzını yaşatır. Cumhuriyetin ruhunu anlamayanlara bu millet hak ettiği dersi verecektir” diyor.
Bu suni karnaval coşkusuna katılanlar cumhuriyetin din ü millet değerlerinden doğmadığını, İstiklâl Harbi’nden sonra Batıcılıklarını kuvveden fiile döken zorba muktedirlerin ilk Meclis’te yaptıkları “Hâkimiyet Milletindir” yeminini bozduklarını bilmeyen nadanlardır.
“COŞKULU CUMHURİYET TÜRKLERİNDEN” OLMAYINIZ
Mazlum ve mazrurlarını oluşturan bir cumhuriyet, fazilet rejimi olabilir mi? Cumhuriyet bir fazilet rejimi olsaydı, millet can ü gönülden kucaklamaz mıydı? Cumhuriyet, “olgunlaşma adımı” değil, bilâkis yanlış bir cumhuriyet yolunda millete karşı sertleşme ve yabancılaşmanın adımıdır.
“O adımın gerisinde”, yani cumhuriyet ilân edilmeden önce yapılan İstiklâl Harbi’nde “tasada ve kıvançta birlik yemini” vardı demek doğrudur. Batıcı cumhuriyeti ilân ettirenler “birlik yeminini” bozanlardır. Dolayısıyla “bu yemin cumhuriyet törenlerinin tekrarlanışı ve millet olmanın hazzını yaşatır” sözü kökten yanlış ve yanıltmadır.
Yürürlükteki cumhuriyet “millet olmanın hazzını yaşamanın” önünde en büyük engeldir. Altı Ok başkanının, “ulusu” millet zannettiği belli. Böyle bir katmerli cahilin her tarafı eğri büğrü ve yanıltmalarla dolu sözlerine kanan “coşkulu cumhuriyet Türklerinden” olmayınız.
“CUMHURİYETİN RUHU VE COŞKUSU” MİLLÎ DEĞİLDİR
Evvel emirde bütün Türkiye bilmeli ki,“cumhuriyet coşkusu” millî değildir. “Cumhuriyetin ruhu” millete ait bir ruh olmadığı için, milletin, kendisine vereceği bir ders zaten olamaz. “Cumhuriyetin ruhunu anlamayanlara”, yani bu ruha tâbi olmayan millete, cumhuriyetçi bürokrat ve cunta tarafından devrimlerle, darbelerle, balans ayarlarıyla sık sık ders verildiği malûmdur.
Bugünlerde bu sözü şöyle söylemek lâzımgelir: Milletin ruhunu anlamayan Altı Ok cumhuriyetçilerine, cumhuriyet mefhumuna sığınan Ergenekonculara ve cumhuriyet temelleriyle “Türk milliyetçiliği” yapanlara, Millî Mücadele’nin ruhuna sâdık millet, yürek soğutacak kadar olmasa da sandıkta ders veriyor.
Yürürlükteki cumhuriyet hakkında sual sormaya izin verilecekse şayet, cumhuriyetin fikr ü zihniyetinin “Hakk’a tapan” Türk milletinin değerlerine göre mi, yoksa Batının işbirlikçisi aydınlarla bürokrasinin ideolojisine göre mi şekilleneceğini, hâsılı cumhuriyetin kime ait olduğunu açıklasınlar da bilelim.
Not: Önümüzdeki cumartesi ve salıya, “Kurban Günündeyiz Birer İsmail Alın Yanınıza” ve “İsmail Bayramı” mevzuları ile bir olacağız inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.