Cumhuriyeti tartışabilir miyiz?
Öyle ya, madem fikir hürriyeti var, o zaman neden tartışmayalım?..
Gerçi anayasa bu konuda tabu koyuyor, diyor ki bu kısım değiştirilmez, değiştirilmesi de asla teklif edilemez. E peki daha kralı icat edilse yine de mi öyle?
Duruma bakılırsa öyle...
Sadece anayasadaki yazılı tabu olsa neyse, bir de resmi ideolojiye mideden bağlı olan yaygaracı cumhuriyetçiler var, başladılar mı suçlamaya feleğini şaşırırsın...
Yine sormadan edemeyeceğim.
Şimdi ne oldu ki devletin zirvesi cumhuriyeti kaldırmakla suçlanıyor? Yoksa etkinlikler dedikleri kafa çekme seansları cumhuriyet mi, veya cumhuriyetin asli unsuru mu?
Utanmasalar cumhuriyet bayramı konserini Kurban Bayramı ile denk tutacaklar.
Rahmetli Erbakan Hoca generallerle yapmış olduğu yemekli toplantıda içkiye müsaade etmeyince Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Erkaya, dışarıdan rakı getirterek masasında basın mensuplarına görüntülemiş. Değilse cumhuriyet namusu elden gidiyormuş.
Biliyor musunuz?
O gece geç saatlerde Genelkurmay Başkanı Karadayı, Erkaya’yı arayarak kutlamış. Sayesinde generaller zevahiri kurtarmış, yoksa Başbakan Erbakan, “generallere içki içirtmedim” diyecekmiş.
Ne var ki, başörtüsü gibi zor bir sınavı veren bir cumhurbaşkanı döneminde köşkte kutlamalar adına su gibi içki tüketiliyor. Seyahatler yine öyle...
İşte bütün bu çarpıklıklara son versek cumhuriyet yine cumhuriyet olmaz mı?
Zülfü Livaneli’nin yazısındaki anketçiler:
“Bu konser bir eğlence değil ki iptal edilsin. Tam tersine, yapılmalı” demişler.
İşte buyurun, konser eğlence değilse nedir?
Ayin mi? Bayram namazı da değil...
Farz da değil, sünnet de değil...
Ordudan atılan astsubayın olayı aynen çakışıyor.
10 Kasım’a astsubayın örtülü eşi katılmayınca eline tutuşturdukları işten kovulma(!) yazısındaki mantaliteye bakın. Deniyordu ki:
“10 Kasım gibi bir törene eşi katılmayan astsubayın şerefli Ordu saflarında yeri yoktur. Törene katılmama mazereti ancak ölüm olabilir. Bu nedenle işinize son verilmiştir”(astsubay eşine rapor almıştı)... Ben biraz da bu konuyu hukukçu kafası ile düşündükçe altından bir türlü çıkamıyorum.
Teknik eleman olsam, büyükler yapmışsa doğrusunu yapmıştır der geçerdim.
Şimdi diyemiyorum...
Adalet bırakmıyor yakamı.
Ne demek astsubay eşinin 10 Kasım törenlerine katılma mecburiyeti?
Öyle bir yasa da mı varmış?
Bu katılım mecburiyeti Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’nde mi yazar, yoksa devletçiliğin alın yazısında mı, cumhuriyetçiliğin dayatmasında mı?..
Ne garip bir zihniyet değil mi?
Astsubayın eşi merasime katılmadı diye işinden oldu.
Şimdi de ülke bir baştan bir başa deprem felaketi ile çalkalanırken Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi, “Halksız Bayram” diye başlık atıyor...
Ortalıklarda başını kaşıyacak halk mı kaldı kardeşim?
Ne yazık ki cumhuriyet dedikleri iksirin kuruluşunda bile halk yoktu.
Hiçbir zaman da olmadı...
Anlaşamadığımız nokta da burası...
Hangi cumhuriyet?
Veya kimin cumhuriyeti?
Halk bu yapılanmada değerlerini kaybetti, üstelik dışlandı, inancı aşağılandı, ötekileşti.
28 Şubat neyin nesi idi?..
Veya bir şapkaya adam asmak hangi vicdana sığar?
Ezan Türkçe okunacak dayatması neyin fesi idi?
Sorsanız cumhuriyetçi baronlar mangalda kül bırakmazlar. Padişahlık dedikleri tek adam yönetiminden sözde halk yönetimi denilen cumhuriyete geçmişiz.
Geçmiş miyiz, yoksa hâlâ yolda mıyız?
Padişahlıkta en azından Şeyhülislâmlık denilen güçlü bir kurum vardı, bu kurumdan fetva çıkmayınca padişah kocaman bir hiçti, askeri vesayete sırtını dayayan cumhuriyet yönetiminde Şefi engelleyecek herhangi bir fren dahi yoktu. Şef ne dediyse hem emir hem de kanundu...
Astık kestik... Yine de adı çağdaş, laik cumhuriyet...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.