Gavur İzmirin güzel kızları!
Çakma İzmirliler, İzmirin gavurluğunun Kemalist ve laikçi duruşundan geldiğini, kızlarının güzellik şöhretinin de bugüne ait olduğunu sanır.
Oysa kazın ayağı öyle değildir.
İzmir gavur olsa, Burhan Özfatura orada belediye başkanlığı yapabilir miydi? diye sormaz.
Dönüp kentinin tarihine de bakmaz.
1806da Kudüse hacca giden Chetaubriand, Smyrnayı bir başka Paris, bir medeniyet vahası, barbarlık çölü ortasında bir Palmyra diye nitelendirmekteydi.
Osmanlı ticareti sayesinde kentin Rum nüfusu hızla artıyor, şehir bugünün New Yorkunun, Londrasının ilk örneklerinden birini veriyordu.
1813te yapılan bir tahmine göre, Smyrnanın nüfusu 130 bini bulmuştu. Bunun 70 bini Türk, 30 bini Rum, 15 bini Ermeni, 10 bini Yahudi ve 5 bin kadarı Frenkti.
Deniz ticareti şehri cıvıl cıvıl hale getirmişti. Nüfustaki bu zenginlik kıyafete de damgasını vurmuştu. Kente gelen bir ziyaretçi izlenimlerini şöyle kale almıştı:
Düşünen bir Ermeninin kabarık kalpağı, soluk yüzlü İranlının, sivri, koyun postu kepi, yaşlı Osmanlının zengin kavuğu, modern Müslüman modasının takipçisinin isteksizce taktığı fes, dervişin kelle şekeri şeklindeki kavuğu, Rumun vizörsüz kepi, Amerikalı gemicinin geniş kenarlı hasır şapkası, İngiliz gemicinin daha küçük ve daha sade şapkası, deniz subaylarının kenarları kıvrık şapkaları, kafalarının tıraşlı tepeleriyle keşişler, alınları eşarplı Yahudiler, çeşit çeşit başlıkları olan Rumlar ve İtalyanlar...
1840a gelindiğinde Smyrnanın nüfusunda Rum sayısı 14. yüzyıldan bu yana ilk kez Türklerin sayısını aşmıştı. 130 bin kişilik nüfusun 55 bini Rum, 45 bini Türk, 13 bini Yahudi, 5 bini Ermeni ve 2 bin 500ü Frenkti.
Yani, burası Anadolu için gavur Smyrnaydı ve bu isim günümüze kadar yaşadı.
Smyrnanın ticareti, zenginliği, nüfusunun karışıklığı kadar, kadınlarının güzelliği de ünlüydü.
Kentin Müslüman kadınları kendi dünyalarında yaşar, yüzlerini örten siyah peçeleri sadece gözlerini açıkta bırakır, tepeden tırnağa beyaz çarşaflar giyerlerdi. Peçelerinin arkasında İngiliz gözlerine zarif gelmeyen bir şekilde yamrı yumru görünürlerdi.
Hıristiyan kadınlar ise bölgede nam salmıştı. Bir seyyah onları o zamana kadar gördüğüm en cazip, feminen yüzlerin bir koleksiyonu adeta sözleriyle anlatıyordu.
Evliya Çelebi de bu hanımları şu sözlerle anlatıyordu: Onların hoş kokulu dağınık saçlarını görünce genç Müslüman erkeklerin akılları karışır, zihinleri mahvolurdu.
Smyrnanın gavur hanımları Doğu ve Frenk adetlerini birleştirirken fevkalade çekici hale gelmektedir.
İtalyanların zerafetini, Rumların canlılığını ve Osmanlının asil duruşunu kendilerinde toplayan bu kadınların güzelliğine karşı koymak çok zordu.
Bu hanımlar geceleri ünlü Rue des Rosesta (Güller Sokağı) açık havada otururlardı. (Acaba, günümüzün Gül Sokağı adını buradan mı almıştır?)
Bu hanımların mercan gibi dudakları, ateş gibi yakan gözleri ve beyninizi delip geçen bakışları vardı.
Smyrnanın güzellikleriyle ünlü kadınlarının özgür davranışları Rumları bile şaşırtırdı.
Özetle, bu kentin gavurluğu, kadınlarının güzelliği ve özgürlükçülüğü ve dışa açıklığı tarihte kalmış bir özellik.
Bu şekilde nitelenmeye devam etmeyi istiyorsanız, o zaman ki kadar kozmopolit olmalısınız.
Başkalarının tarihini kendi tarihiniz diye anlatırsanız, böyle yerinde sayan bir kent halinde yaşamaya devam edersiniz.
Not: Bu yazıda yeralan bilgiler Philip Manselin, Türkçesi Everest Yayınlarından çıkan Levant isimli çalışmasından alınmıştır. İzmir, Beyrut ve İskenderiyenin öyküsünün yeraldığı bu çalışma, roman gibi keyifle okunuyor.