“Ne oluyor buna?”
Türkiye, düzenli aralıklarla zelzeleye, depreme maruz kalan bir ülke. Yakın ve uzak tarihimiz, depremler neticesinde yıkılan şehirlere, vefat eden binlerce insana şahittir. 17 Ağustos 1999 “Marmara Depremi” ve 12 Kasım 1999’daki “Düzce Depremi” son yıllardaki en büyük depremler olarak kayda geçti.
23 Ekim 2011 “Erciş Depremi” ve 9 Kasım 2011 “Van/ Edremit Depremi” sonrasında da gördük ki, deprem ülkesi olmamıza rağmen bu âfete karşı gereği gibi tedbir almamışız. Hem yıllardan beri ‘çürük’ yapılar yapmışız, hem de bu hataları tekrarlamaya devam etmişiz...
“Deprem uzmanları” başkalarının, bilhassa da “ilahiyatçılar”ın kendi işlerine karışmasına, deprem üzerinden yorumlar yapmasına genel anlamıyla razı olmuyorlar. “Bu işi biz biliriz” diyorlar, ama onların yaptıkları açıklamalar da ikna edici değil. Şimdiye kadar konuşan “uzman”ların sözleri alt alta yazıp toplandığında ortaya “şüphe ve belirsizlik” çıkıyor. “Burada böyle bir fay yoktu. Biz bu fayın ‘ölü’ olduğunu zannediyorduk. Haritada böyle bir fay yok. Bu kadar yıkıcı olmamalıydı” gibi birbiriyle çelişen açıklamalar duyduk. Yani neredeyse “Burada böyle bir deprem olmamalıydı” diyecekler, ama bu kadarına da cesaret edemiyorlar.
Anadolu Ajansı’na açıklama yapan bir “uzman”, “Erciş Depremi” sonrası şöyle demiş: “Artçılar bize deprem tehlikesini, ne zaman sonuçlanacağını, ne zaman artık insanların evlerine gönül rahatlığıyla girme durumu doğuyor diyebileceğimizi gösteren görüntülerdir. Bugüne kadar olan artçıların zamana bağlı olarak dağılımı, halen aynı yüksek aktivite ile devam ettiğini gösteriyor. Henüz güvenli zamana ulaşmadığımızın net göstergesi. Burada bizim özellikle belirtmek istediğimiz, bu bölgedeki kırıkların, fayların haritası. Ne kadar birbirine yakın, irili ufaklı kırıkların olduğunu görüyoruz. En son olan depremin, mekanizma çözümü olduğu yere baktığımızda, Van’ın güney batısında yer aldığı, bu nedenle de Van’ın merkezini, farklı yönden kuvvetler tarafından etkilediğini söylemek olanaklı.”
“Uzman,” “Güvenli zamanla ilgili bir öngörünüz var mı?” sorusunu da şöyle cevaplandırmış: “Şu an söylemek olanaklı değil. Burası çok faylı bir yer. Birçok fay iç içe. Sanki ilk depremden sonra meydana gelen dengesizlik, mevcut dengedeki güç dağılımının bozulması, komşu fayları da yavaş yavaş, teker teker tetikliyor gibi. Dolayısıyla sürekli büyük artçılar var. Örneğin 17 Ağustos’ta biz bu kadar çok sayıda yüksek artçı görmedik. Bakıyorsunuz, bunu da artçı sınıfına sokarsanız, daha yanlarında civarında irili ufaklı faylardan hangisini yarın tetikleyip tetiklemeyeceğini söylemek olanaklı değil. Ama bildiğimiz şu an halen kritik.” (AA, 10 Kasım 2011)
“Uzman”ın açıklamaları “teknik” olarak doğru olabilir, ama bu bilgiler evini terk eden insanlara bir şey vermiyor. Ortada bir gerçek var: Van ve civarında “artçı” ya da yeni depremler devam ediyor. Bu da insanları korkutuyor, korkunun devamına sebep oluyor.
Bir de hadiseye manevî gözle bakalım: “Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzâl Sûresi: 1 ve 5 âyet.)
Bir deprem sonrası Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine şöyle bir suâl soruluyor: “Bu zelzelenin maddî musîbetinden daha elîm, mânevî bir musîbeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek, dehşetli bir azab vermesi nedendir?”
Bediüzzaman’ın cevabı şu şekilde: “Yine mânevî cevap: Şöyle denildi ki: ‘Ramazân-ı Şerîfin terâvih vaktinde, kemâl-i neş’e ve sürur ile, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bâzan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde câzibedarâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.’” (Sözler, On Dördüncü Sözün Zeyli, s. 158)
Allah’ım! Deprem benzeri her türlü musîbetten ve “devam eden korku”larından bizleri emîn eyle. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.