Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Depremler ve insanlar

Depremler ve insanlar

Deprem “doğal”dır, anladık...

Doğal olmayan, orta ölçekli depremlere yüzlerce insanımızı “kurban” vermektir.


Doğal olmayan, organizasyondaki aksamalardır...


Doğal olmayan, “Evlerinize girin, artık bu bölgede deprem olmaz, en emin bölge bu bölgedir” dendikten birkaç gün sonra deprem meydana gelmesi ve yine insanların ölmesidir...


Doğal olmayan, “sağlam” raporu verilen otellerin 5.6 gibi “hafif” bir sarsıntıda yerle bir olmasıdır...


Doğal olmayan, depremden hemen sonra bölgeye giden bakanların sergilediği çelişkili tavırdır...


Doğal olmayan Vali ile Belediye Başkanı’nın arasındaki sürtüşmenin felaket anında bile devam etmesidir...


Doğal olmayan, depremden önce tedbir almak varken, her depremden ve yüzlerce ölümden sonra “Her türlü tedbir alınmıştır” beyanatlarının verilmesi, ancak kısa süre içinde unutulup, “eski tas, eski hamam” anlayışına hızla dönülmesidir.


İşte o zaman, gelişmişlik göstergesinin ekonomik verilerden ibaret olmadığını anlıyorsunuz...


Anlıyorsunuz ki, en açık “gelişmişlik” ölçüsü, vatandaşın “hayat hakkı”na saygıdır...


Hiçbir “gelişmiş ülke” vatandaşının evi 7.2 büyüklüğünde bir depremle başına çökmez...


Hele 5.6 büyüklüğünde bir depremle “gelişmiş ülke” insanı enkaz altında kalmaz...


Belli ki, ekonomik veriler ne kadar iyi olursa olsun, biz gelişemiyoruz... Kalkınıyoruz, ama bir türlü gelişemiyoruz.


Çünkü ne kendi hayatımıza saygımız var, ne de başkalarının...


Bayram trafiğindeki ölümlü kazalar da bu eksik yanımızı sergiliyor... Bir türlü “gelişmiş toplum” olamadığımız gerçeğini bağırıyor.


Bunu “idrak” edeceğimize, her felaket sonrasında etrafta “sorumlu” arıyor, “konu yargıya intikal ettirildi” diyerek, işin içinden çıkıyoruz.


Daha önce neredeydik peki?..


Alınması gereken tedbirleri felaketin altında kalmadan niçin almadık?..


Uzmanların uyarılarına neden kulaklarımızı tıkadık?


Aslında Van’daki (ve tüm vatandaki) yapılanmanın “çürük” olduğunu bilmek için “uzman” olmaya bile gerek yok...


Malzemeden çalındığını bilmek için ise bu ülkede yaşıyor olmak yeter. Bunu hepimiz biliyoruz. “Bile bile lâdes” diyoruz!


Merak ediyorum: Mimar Sinan’ın yüzlerce yıl önce, “ilkel” teknoloji ile yaptığı hanlar, camiler, köprüler, hamamlar, kervansaraylar ve envai çeşit yapı sapa sağlam ayakta dururken, “modern eğitim” almış, “modern imkân”larla ve “teknoloji” ile donatılmış mimarlarımızın, mühendislerimizin inşa ettiği binalar neden çöküyor?..


Cevap belli: Sinan harca “besmele” katıyordu, biz “hile” katıyoruz!


Bu yüzden her sarsıntıda hilemiz başımıza çöküyor, enkaz altında kalıyoruz!


Artık belli ki, insanları “dayanıklı” hale getirmeden “dayanıklı bina” yapmaya imkân yok...


İnsanları “dayanıklı” hale getirmenin yolu ise belli: Bir gün Allah’a hesap vereceğine “inanan insan” yetiştirmek...


Sinan gibi mimar, Sina (İbn-i) gibi hekim...


Yoksa depremde olmazsa trafikte, trafikte olmazsa selde, selde olmazsa ameliyatta, ameliyatta olmazsa terörde ölmeye devam edeceğiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi