Psiko-sosyal bir olgu: Cemaatler
Sosyal hayattaki çalkantıların sebeplerinden birisinin, devletin, sistemin, ‘cemaat’ ve ‘tarikatleri’ psiko-sosyal bir vakıa, bir olgu olarak kabul etmemesi, hatta onları yok etmeye, tesirlerini kırmaya çalışmasıdır. Zira, “Atatürkçü, Kemalist rejim!” kendisinden başka kimseye hayat hakkı tanımıyor.
Bu da direkt toplumla çatışma demektir. Milletin sosyal yapılanması olan devlet; milletle çatışırsa, orada gelişme olabilir mi? Bu fasit anlayış hayatiyetini ne kadar devam ettirebilir?
Sosyolojik bir tesbittir: Cemaat şuuru ve cemaatler olgusu, tarihî derinliği ve güncel heybetiyle güçlenerek gündemdeki yerini koruyor.
Cemaat ve tarikatler hakkında sürdürülen seküler resmî çarpık baskı, toplumun genlerine işleyen bu hakikati silemedi. Ne var ki, bir takım vesvese ve şüpheleri kimi mütedeyyin ilim ehlinin bile beynine atabilmiş. Meselâ:
“İslâm tektir, doğru birdir, şuculuk, buculuk yoktur!”
“Böyle olmaz ki; tarikatler, cemaatler İslam’ı bölmüş!”
“Peygamberimiz’in (asm), ‘Ümmetim 72 fırkaya ayrılacak, yalnız birisi kurtulacak!’ diye haber verdiği parçalanma budur. Cemaatten, tarikattan geçilmiyor!”
Bu ve benzeri şuur yoksunu söylemler, anlaşılır gibi değil. (72 fırka; Rafızıyye, Mürcie, Cebriye gibi sapıtmış, İslâm çizgisini taşmış hizipler ve gruplardır. Kurtuluşa erecek olan tek cemaat de, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat”tir. Hak mezhepler, Kur’ân’dan alınan tarikatler, cemaatler, dinî ekoller Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e dahildir.)
***
Din; toplumu oluşturup kaynaştıran en temel sosyolojik unsurdur. Cemaat ise, aynı zamanda dinî bir hakikat olarak sosyal hayatın tabiî bir neticesidir.
İslâmiyet; ferdiyeti, kişiliği, bireyi; hukuk, özel hayat açısından fevkalâde öne çıkarır. Ancak, insan medenî bir varlıktır. Bunun gereği olan cemaate, birlik ve beraberliğe, ittihada da o nisbette değer verir.
İlâhî ferman, “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın”, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın!” beyanıyla cemaatleşmeyi emreder. Kur’ân’ın ilk ve en büyük müfessiri Nebiy-yi Zîşan Efendimiz (asm) âyetteki “Allah’ın ipi” tâbirini “cemaat” olarak yorumlayarak şöyle açar:
“Cemaatten ayrılmayınız. Şunu bilin ki, sürüden ayrılan koyunu kurt kapar! Kim Cennetin tâ ortasında yaşamayı isterse, toplu halde bulunmaya baksın…”
Kezâ, Peygamber Efendimiz (asm) cemaat şuurunun ilk nüvelerini, ilk Müslümanlardan Hz. Hatice ve Hz. Ali (ra) ile birlikte namaz kılmaya başladığında oluşturur.
Zerrelerine kadar bu dersi işleyen Sahâbîler de, îsar hasletine (kendisi muhtaç olduğu halde kardeşini tercih etmeye) dayanan şâheser cemaat örnekleri sergiler: Muhacir ve Ensar.
Medine’de Mescid-i Nebevî etrafında teşekkül eden Ashab-ı Suffa ise, cemaat ruhunun en muhteşem ve mücessem müessesesidir. Bu anlayış, İslâm tarihi boyunca da tarikat, cemaat ve dinî ekol olarak devam edegelmiştir.
Cuma, bayram ve cemaatle namaz gibi pekçok ibadet; cemaate, birlik ve beraberliğe yönlendirir.
Şeâir denilen İslâm emir ve hükümleri, alâmetleri, sembolleri (namaz, oruç, ezan, sarık, başörtüsü gibi) cemiyete mâl olmuş olan meseleler de cemaatleşmenin, toplu hayatın önemini vurgular.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.