Revaklar konusunda yıkılana mı, yapılana mı bakmalı?
Harem-i Şerif revaklarının yıkılmasında son safhaya gelindi. Konuyla ilgili yazılıp çiziliyor. Bu hususta dikkatten kaçan esas nokta şu: Suudiler hadimülharemeyn olarak hareket etmiyorlar, hâkimülharemeyn olarak davranıyorlar!
İkisinin farkı ne?
Haremeynin “hadimi”, hizmetçisi olan Osmanlılar Kâbe ve Mescid-i Nebevi’nin etrafındaki yapılanma konusunda gerçekten hassasiyet gösterdiler; alçakgönüllü, mütevazı hareket ettiler. Yapılaşma hususunda da buna riayet ettiler. Kalabilen mimarî örnekler bunun şahidi. Ne yazık ki son şahidlerden biri de yakında yok edilecek!
Bugünkü yönetim ise, haremeynin hâkimi pozisyonunda. Meseleye yaklaşımları baştan sona tekebbürden ibaret.
Konunun tarihî temeli var. Vehhabilik, İslâm tarihinin medeniyet yönünü reddeden ve medeniyet eserlerini her fırsatta yok etmeye çalışan bir anlayışı temsil ediyor.
Yirminci yüzyılda Ortadoğu haritasını belirleyen İngiliz emperyalizmi, Osmanlıları buradan uzaklaştırırken öncelikle Şerif Hüseyin’i kullandılar. Ona verdikleri havuç Arap krallığı idi. Hüseyin bu havucu yemek için isyan etti. İngilizler ona bir emirlik bağışladılar. Fakat o koltuğun üzerinde de fazla oturamadı, 1924’te Suudilere yenildi ve tahtı terk etmek zorunda kaldı.
Şerif Hüseyin küçük bir Arap emiri oldu ama, Mekke ve Medine üzerindeki kontrolünü sürdüremedi. İngilizler bu bölgenin İslâmın medeniyet birikimine tamamen karşı olan Suudilerin yerleşmesini desteklediler.
Hüseyin şerifliğini ve şerefini kaybederken, Suudiler Mekke ve Medine’nin sahibi oldu. O tarihten beri, kendi İslâm anlayışlarını tek model olarak şöyle veya böyle uygulamaya yöneldiler.
Bunu kendi ülkelerinde tatbik etmelerine söylenecek pek fazla bir şey yok. Fakat bütün Müslümanları ilgilendiren Hicaz bölgesinde, haremeynde uygulamaları tek tip, kendi dar yorumları içinde bir Müslümanlık doğrultusunda olduğundan, bütün Müslümanları ilzam ediyor.
Osmanlı dinî akımların hac konusundaki farklılıklarını da menetmedi. Yani hac sadece Hanefilik anlayışına göre icra edilen bir sürece dönüştürülmedi.
Osmanlı sonrasında hacla arası iyi olmayan yönetim, haccı bu şekilde icra edilen bir uygulamaya dönüştürmek için elindeki bütün imkanları kullandı. Neyseki henüz Peygamber Efendimiz’in kabrini yıkamadı ve Kâbe’yi ortadan kaldıramadı.
Eğer Mekke ve Medine Osmanlı sonrasında Osmanlı’nın yaklaşımı ile idare edilse idi, binlerce yıllık bir mimari miras kolleksiyonu olarak ayrıca önem taşıyan bir bölge olacaktı.
Peygamber Efendimiz devrinden beri modern zamanlara kadar uygulanan mimari değişmeden sürdüğü için, bir çok tarihi mekan olduğu gibi duruyordu.
Modernlik bu bölgeye Osmanlı döneminde girdi (telgraf, elektrik, demiryolu). Fakat çevreyi asla rahatsız etmeden. Medine İstasyonu’na bakanlar bunu kolaylıkla görebilirler. Fakat sonradan giren modernlik, uyum yerine tahribatı seçti. Yok etmedik hiçbir şey bırakmadı.
Bu durumda Osmanlı revaklarının son olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kâbe de bir gün yıkılacak ve esasen İslâm toplumunun modernizme en fazla karşı çıkan bir bölümünün devamı olan bugünkü yönetim modernizmi bütün vahşiliği ile mukaddes topraklarda son noktasına kadar yerleştirecek.
Not: Biz yazıyı tamamlayıp göndermek üzereyken, bir Suudi prensinin revakların yıkılmayacağı yönünde beyanından haberdar olduk. Bekleyip görmek lazım. Eğer böyle bir yol tutulursa, bugüne kadar sürdürülen anlayıştan ayrılınıyor demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.