Yakın tarihimiz bilinsin! (2)
Neşe Düzel’in sorularını cevaplandıran İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Tarih Ana Bilim Dalı Başkanı Mehmet Ö. Alkan’ın değerlendirmelerinin son bölümünü de bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.
Alkan’ın, Taraf gazetesinde (14-16 Kasım 2011) yayınlanan röportajından özetlediğimiz tesbitlerin bir kısmı da şöyle:
* 1925’ten sonra tam mânâsıyla bir tek adam-tek parti yönetimi kuruldu. Meselâ 1927’de CHP’nin tüzüğünde yapılan değişiklikle parlamentonun bütün üyelerini yani bütün milletvekili adaylarını, Genel Başkan seçmeye başladı. Genel Başkan kim? M. Kemal, ama M. Kemal 1934-35’ten sonra artık tek hâkim değildi. 1925’ten itibaren idam edilenler, Kürtlere ve Yahudilere yapılanlar da dâhil olmak üzere o kadar çok trajedi var ki... 1926 yılına gelindiğinde, bir yandan Karabekir’in Terakkiperver Cumhuriyet Grubu, bir yandan da sistem içindeki İttihatçılar tasfiye edildi. Kısacası siyasî muhalefet yok edildi ve 1927’de artık Nutuk okunabilir hale geldi.
* (Soru: Atatürk, bütün muhaliflerini susturdu mu?) Susturdu. Önce, 1925’te ülkede dinî muhalefet, Kürt muhalefeti ve M. Kemal’in yakın arkadaşları tasfiye edildi. Ardından 1926’da da İttihatçılar tasfiye edildi. Sonra bürokrasi içinde daha alt düzeyde İttihatçıların tasfiyesine gidildi ve kurumlarda ayıklamalar yapıldı. 1926’dan itibaren devletin içinde muhalif bir ses, bir kişi bırakılmadı.
* Şu da çok önemli: 1925’te Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve arkasından kurulan İstiklâl Mahkemeleriyle sadece arkadaşlarını tasfiye etmedi Atatürk. Çok daha önemlisi, bu yolla basın da susturuldu. Bu kanunla idareye, yargı kararı olmaksızın dernek, cemiyet, gazete, dergi kapatma yetkisi verildi.
* Aslında Cumhuriyet’in 29 Ekim günü ilân edilmesi tesadüf değildir. (Soru: 29 Ekim tarihi niye seçildi?) Bu tarih özellikle seçildi. O gün, Kâzım Karabekir Trabzon’da, Rauf Orbay İstanbul’dadır. (...) Cumhuriyet’in ilânı 24 saatlik bir süreçte oluyor. Bütün muhalifler dışarıdayken, 360 milletvekilinden sadece 158’i Meclis’teyken, Cumhuriyet onaylanıyor. Ve, Cumhuriyet’in ilânıyla, M. Kemal tek adam olma yolunda çok önemli bir adım atıyor!
* Ben tarihçi olarak, 1926 İzmir Suikastı dâvâsından sonra Gazi Paşa’ya karşı sarf edilmiş tek bir muhalif masum cümle bile hatırlamıyorum.
* En samimî arkadaşlarından Fethi Okyar’a bu partiyi (Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı) kurduruyor. Kızkardeşi Makbule’yi de partiye üye yazdırıyor. Aslında bu partiyi kurdurmakla Atatürk çok partili siyasî hayatı denemiyor. O, muhalefetin gücünü anlamaya çalışıyor. Muhalefetin boyunu ölçmeyi deniyor. Muhalefetin boyunu gördükten sonra da partiyi kapatıyor.
* (Soru: Atatürk’ün Vahdettin’le ilişkisi neydi?) Onu bilmiyoruz. Yaptıkları baş başa bir görüşme var. Bunun tutanakları bir gün çıkar. Çünkü Vahdettin Devlet Başkanı olduğu için görüşmesinin içeriğinin bir yere yazılması lâzım. Şunu biliyoruz. M. Kemal, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak resmî görevle Samsun’a gidiyor. Gizli gitmiyor oraya. Oradaki rahatsızlıkları kontrol altına alması için Samsun’a gönderiliyor. (Soru: M. Kemal’i Meclis’te eleştirenlerin başına ne geldi sonunda?) Tasfiye oldular. Ne kamuda ne de basında görev alabildiler.
* Hilâfet’in kaldırılması zamana bırakılabilirdi. Tanzimat’tan beri gelen akış sonucunda zaten etkisizleşmiş bir makam Hilâfet. Üstelik halifeyi de Meclis seçiyor. Abdülmecid Efendi’yi Meclis halife seçti. Çok ilginçtir, oylanarak seçildi Meclis’te... Dört-beş aday vardı ve biri de oydu. İslâm tarihinde ilk kez bir meclis halife seçti! O sırada Vahdettin de hâlâ halife üstelik. Kaçıyor, ama halife unvanı devam ediyor, imzasını öyle atıyor.
* Daha sonra nüfus kâğıdında ise Mustafa ismini atıyor artık Kemal Atatürk oluyor. Atatürk ismini de kendisi seçiyor. “Ona, Atatürk ismini Meclis verdi” denir. Bu teknik olarak doğrudur, ama Çankaya’daki sofraya soyadı ‘Türk atası’ mı olsun yoksa ‘Atatürk’ mü olsun önerisini kendisi getiriyor. “Atatürk olsun” diyorlar ve durumdan vazife çıkartılıp bu bir kanun haline getiriliyor.
* (Soru: Atatürk öldüğünde büyük bir servete sahipti. O serveti nasıl edindi?) Meclis’e sunduğu belgenin ekine bakıldığında, hakikaten müthiş bir mal varlığının olduğu görülüyordu, ama öldüğünde büyük bir servete sahip değildi, çünkü ölmeden bir buçuk yıl önce mal varlığını belediyelere, partiye ve devlet üretme çiftlikleri gibi bazı kurumlara bağışladı. Bunu bir cumhurbaşkanı ve asker maaşıyla yapmayacağı çok açık. Muhtemelen çok çeşitli bağışlar ve hediyeler yoluyla geldi bu para. Meselâ Millî Mücadele’nin başında paranın bir kısmı Hint Müslümanlarından geliyor.
* (Soru: İsmet Paşa ile Atatürk’ün ilişkisi neydi?) Tartışmalı konulardan biri de bu... İnönü 1937 yılına dek kısa bir süre dışında aralıksız başbakanlık yaptı. M. Kemal’le 1937 yılında başlayarak ölene dek hiç görüşmediler. 1937’de ne oluyor, bilmiyoruz.
Evet, bir uzmanın tesbitleri böyle. İnşaallah, gün gelir ve ‘bilinmeyen tarih’imizi bilir hâle de geliriz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.