‘İstanbul muhalefeti’
20 Kasım 2011 Pazar günü itibarıyla Beşşar Esat ve Dışişleri Bakanı Velit Muallim oyalama taktiklerine (lef ve deveran) bir yenisini eklemenin dışında aynı zamanda halkı da tehdit ettiler. Baştan beri güzellikle kalma veya gitme seçeneğini dışlayarak zorla iktidarda kalma ve buna bağlı olarak güvenlik seçeneğini tercih ettiler. Şimdi ‘Şam’da herkes diyaloğa çağrılı ve herkese can güvenliği taahhüt ediyoruz’ diyorlarsa da güvenlik güçleri her gün orada burada onlarca kişiyi gök ekin gibi biçiyorlar. Tanklar şehirler arasında ölüm makinesi gibi dolaşıyor. Lakin onlara göre bu tamamen silahlı çetelerin işleri. Onlar muhaliflere çete deseler de halkın çoğunluğu Suriye’nin çoktandır ipleri ele geçiren bir çete tarafından yönetildiğine inanıyor. İlginç bir biçimde halka karşı diyalog seçeneğini değil de güvenlik seçeneğini yeğleyen rejim yerel, bölgesel ve uluslararası baskıların artması üzerine tehditlere başvurmaktadır. Tampon bölge seçeneğinin gündeme gelmesi üzerine Muallim hükümranlıklarını ve ülkelerini savunacaklarını söylerken Beşşar da The Sunday Times gazetesine sonsuza kadar savaşacaklarını söylemiştir. Muallim de savaştan kaçındıklarını lakin savaşın dayatılması halinde savaşacaklarını söylemiştir. Hep Suriye rejiminin halkıyla birlikte galip çıkacağını söylemektedir.
Sanki Suriye rejimine karşı çıkanlar Suriye halkı değil. Uzaydan gelmeler. ‘Sonsuza dek Esatlar’ demeye alışmış Beşşar da ‘Suriye boyun eğmeyecektir ve uluslararası bir müdahale olursa ülkem (iktidarım) için ölmeye hazırım’ demektedir. Allah aşkına Beşşar’ı Suriye halkı mı iktidara getirdi ki kendi kaderini sürekli olarak Suriye halkına bağlamaktadır. Arap dünyasında diktatör rejimler arasında cumhuriyet adına kraliyet modelini ilk geçen ve uygulayan ülke Beşşar üzerinden Suriye olmamış mıdır?
Kaddafi uyduruk ve kendi çarpık zihniyetinin ürünü Cemahiriyesi adına ölümü göze aldı. Ne oldu? Rezil bir biçimde dünyadan ayrıldı. Ali Abdullah Salih ise ‘ben ayrılırsam devrim sizlere emanet’ diyerekten kendi koltuğunu yandaş birliklerine tevdi etti. Suriye halkı Sanemeyn’de ve başka mekanlarda Beşşar Esat ve rejimini yalancı ilan etmiştir. Yalancılığına Başbakan Erdoğan da tanıklık etmiştir. Her yeni beyanatı da yeni yalanlarının tescili mesabesinde olmaktadır. Muallim de savaşa çekilirlerse ve savaş dayatılırsa savaşmaya hazır olduklarını söylemekte ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un bu yöndeki sözlerini es geçerek ve unutarak Hillary Clinton ve Ahmet Davudoğlu’nun Suriye’yi iç savaşa sürüklemek istediklerini, kışkırttıklarını ama iç savaş olmayacağını ve Suriye halkının bu kaygan zemine düşmeyeceğini ileri sürmüştür. Velit Muallim Arap Birliği’ni Suriye aleyhinde karar almaya ABD’nin zorladığını ve kararları dikte ettiğini söyleyerek Arap Birliği’ni karalamıştır. Arap Birliği’nin zımni olarak Körfez ülkelerinin tesir alanına girdiğini ima etmiştir. Arap Birliği’nde bazı kesimlerin kurumu araç olarak kullanmak istediklerini iddia etmiştir.
Arap Birliği’nde kalarak bunu bertaraf etmenin yollarını arayacaklarını ifade etmiştir. Hem Muallim hem de efendisi Beşşar, Arap Birliği’nin Suriye meselesini uluslararası müdahale hazırladıklarını ileri sürmüştür. Bununla da kalmamış Türkiye ve ABD’nin Suriye’yi iç savaşa ittiklerini ve bunu temenni ettiklerini ileri sürmüştür.
Muallim gerek Ahmet Davudoğlu gerekse Hillary Clinton’ın Suriye’de bir iç savaş çıkmasını temenni ettiklerini (wishful thinking) ileri sürmüştür. Halbuki, iç savaş ihtimaline işaret eden ilk kişi Rus Dışişleri Bakanı Lavrov olmuştur. Lakin Muallim demek ki Lavrov’un beyanatını temenni değil tasvir bağlamında almıştır. Muallim dost veya düşman tasnifine göre niyet okuma yapıyor.
¥
Muallim’in basın toplantısında sarf ettiği en ilginç ifadelerden birisi Irak’takine benzer Suriye’de de kimlik cinayetlerinin işlenmesidir. Elbette bunu ima yoluyla Sünnilere ve muhalefete atmakta ve isnat etmektedir. Belki de bununla, arzuladıkları azınlıklar ittifakını hayata geçirmek istemektedirler. Halbuki, ölüm mangalarıyla birlikte Irak’ta bunu yapan Maliki başbakanlığındaki Şii rejim olmuştur. Suriye’de ise meseleyi bir iç savaşa sürüklemek isteyen bizzat Nuseyri etiketli rejimin kendisidir. Bu yüzden Şam’da Baas partisini merkezine yönelik saldırıdan da bizzat rejimin kendisi sorumlu tutulmaktadır. Evet, Humus’da birkaç defadır kimlik cinayetleri işlenmektedir. Lakin failleri meçhuldür. Humus’da çetelerin ‘tit or tat (kısasa kısas, misilleme)’ tarzında karşı kimlikten kimseleri kaçırdıkları ve öldürdükleri ifade ediliyor. Esasında rejim şiddetin dozunu artırarak kendisine yönelik muhalefeti dindirmek, bastırmak ve sindirmek için bu yollara tevessül etmektedir. En son başvurduğu yöntemlerden birisi de kimlik cinayetleri olarak görülmektedir.
Bu tarzını Irak Şii yönetiminden tevarüs etmiş olmalıdır (Daha fazla bilgi için: Sectarian Strife in City Bodes Ill for All of Syria /Reuters/By ANTHONY SHADID Published: November 19, 2011). Esat’ın ‘ülkem için ölmeye hazırım’ dediği The Sunday Times gazetesine ayrıca Suriye’de ölenlerin kendi rakamlarına göre binleri bulmadığını ve 619’la sınırlı kaldığını söylemektedir. Yine bunlar da ona göre kahiri ekseriyetle askerlerden oluşuyor. Kaddafi de aynısını söylemiş ve savaşın kızıştığı sıralarda ölenlerin sayısını iki yüzü geçmediğini söylemişti. Gerçek şu ki: TRT Türkiye Kanalı’da söylediğim gibi Esat, taksit taksit öldürüyor, taksit taksit reform yapmayı kabul ediyor ve taksit taksit tutukluları salıyor.
İlginçtir, şebbihanın basın kolundan bazıları Muallim’in basın toplantısında Türkiye’de kurulan Suriye Milli Meclisi ve genel olarak dışarıdaki muhalifleri ‘İstanbul muhalefeti’ olarak adlandırdılar. Onlar bunu itibarsızlaştırmak için şaka gibi ifade ediyorlar ama asıl şaka durumuna düşen kendileri. Uzun lafın kısası şu: Suriye halkı 40 yıllık mezhep rejimini ve diktatör yapıyı kaldırmıyor. Tercih Beşşar’ın. Bin Ali gibi kaçar mı yoksa Kaddafi gibi ülkesinde ölmeyi mi tercih eder onu kendi paşa gönlü bilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.