Biz nerede yanlış yaptık?
Dün I-Doser ile tanıştırdım sizi. İnternetten indirilen müzik dosyaları yoluyla beyni uyuşturma meselesi. Söz konusu müzik dosyaları bildiğimiz anlamda müzik dosyası değil, bir tür ses dalgası.. Ve bu ses dalgalarının bir süre sonra bağımlılığa dönüştüğünü anlatmama gerek yok sanırım. Birkaç doz farklı etkiler yapan dosyalar indirdikten sonra gençler artık yeni denemelere girişiyorlar. İlk etapta bunun gerçek olamayacağı yorumunu yapanların sayısı az değil. Şüphesiz ki bedene herhangi bir şey girmeden sarhoş olmaya imkan yokmuş gibi görünüyor. Oysa onlarca yıldır yapılan testler gösteriyor ki, beyni uyuşturmak için görüntü ya da ses, alkol ya da uyuşturucudan çok daha etkili olabiliyor. En basit tanımıyla hipnozu düşünebiliriz. Klinik psikiyatride hipnozun bir karşılığı var mı?
Kuşkusuz var. Zaman zaman bilinçaltındaki korkuları, kaygıları, bireyin yüzleşmek istemediği gerçekleri hipnoz yoluyla ortaya çıkarmıyor mu doktorlar? Bu ses dalgası meselesini de bir tür hipnoz gibi düşünebilirsiniz. Ancak daha tehlikeli olan bir şey var.. Bu yolla, yani ses dalgaları yoluyla beyni kontrolsüz bırakabiliyorsa birileri, o beynin içine başka şeyler yerleştiremez mi?
Subliminal görsel mesaj yoluyla nasıl insanlarımız dinlerinden uzaklaştırılıyor, satanizme, masonik yapılara ya da Hıristiyan öğretilerine kaydırılıyorsa, bizim gibi toplumları hedef alan bu sanal uyuşturucunun da masum bir müzik paylaşım organizasyonu olduğunu söyleyebilir miyiz? Önce bize o makinelerini sattılar. Sonra o makinelere uygun yazılımlar-programlar servis ettiler. Sürekli elimiz telefonumuzda gözümüz telefonumuzda birbiriyle konuşmayan, anlaşılmaz bir dille mesajlaşan bir toplum haline getirdiler bizi. Bunu da teknolojik ilerleme olarak yutturdular bize.
Aile yapımız dağıldı, dağıtıldı. Hem boşanmalar arttı sosyal ağlar sayesinde hem de aile içi iletişim kayboldu. Baba çocuğuna ulaşamaz oldu. Eşler aynı salonda ayrı bilgisayar ekranlarından ayrı dünyalarını yaşar hale geldiler. Onlarla kıyas kabul etmez bir aile yapımız vardı, kıskançlıklarından onun da canına okudular. Şimdi ise asıl niyetleri çıktı ortaya.
Sanal uyuşturucu denen bir sisteme gençlerimizi dahil edip, beyinlerini yıkamak. Her çizgi filmde şirin domuzcuklarla oynayan bebeklerimiz her gençlik filminde okulda sevgilisi ile öpüşen çocuklarımız, temiz kıyafetleriyle kiliseye gidip doğruları (!) öğrenen gençlerimiz şimdi de sanal uyuşturucuyla tanışmış vaziyette. Kimse bana bu işin masumiyetini anlatmaya kalkmasın. Zira manzara ortada.
HATAMIZ NE?
Şüphesiz kilise çanlarının çalındığı çizgi filmlere alternatif namazların kılındığı çizgi filmler yaptık. Allah (c.c) razı olsun yapanlardan da yayınlayanlardan da.. Fakat olmuyor. Deneyenleriniz bilecektir. Bebeklere mama yedirmek için açıp karşısına oturttuğunuz zaman onları büyülenmiş gibi sessizleştiren, müsekkin içmiş gibi dinginleştiren çizgi filmlere bakın. Bir de bizim yaptığımız çizgi filmlerle deneyin bakalım mama yedirmeyi.. Özellikle animasyon endüstrisinde bu işin devlerini, kültür ihraç etmeye çalıştıkları için reddetmeye devam edeceğiz kuşkusuz. Ama oradan ilim almamıza engel değil bu.. Minika, TRT Çocuk ve Yumurcak Tv’ye bu anlamda büyük rol düşüyor.
Çok basit bir örnek size; STV’nin çocuk kanalı Yumurcak Tv sayesinde, Müslüman çocuklar, Fransız yazar Christine l’Heureux ve çizer Helene Desputaux’nun Caillou’sunu tanıyor-seviyor. Anneannesi gitar çalan dedesi vals yapan bir çocuk. Benim anneannem namaz kılar dedem soba yakar halbuki.. Demem o ki, çalışmamız lazım. Doğrudan namaz kılan çocukların çizgi filmini yapmak değil ama, söylemeye çalıştığım izlenebilir bir iş yapmak. Nasıl olacağını bilmiyorum ama acele etsek iyi olur. Hiç olmazsa bundan sonraki kuşak için.. Kalın sağlıcakla..