Sadece Dersim değil, bütün karanlıklar aydınlatılsın!
“Dersim eksenli” tartışmalar devam ediyor... “CHP ve candaşları” ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hariç, hemen herkes; “Dersim konusunda sonuna kadar gidilsin” diyor; “Gidilsin!.. Başta Dersim olmak üzere, Türkiye’nin bütün karanlık işleri araştırılsın!”
Elbette araştırılsın!..
“Dersim” araştırılsın,
“İstiklâl Mahkemeleri” araştırılsın!..
Bunlarla da yetinilmeyip; “Maraş” araştırılsın, “Sivas” araştırılsın!.. Ve elbette, “ Başbağlar Katliamı” da araştırılsın!..
“Şeyh Sait İsyanı”(!) araştırılsın, “Said Nursi olayı” araştırılsın!..
“27 Mayıs İhtilâli” araştırılsın!..
“12 Mart Muhtırası” araştırılsın!..
“12 Eylül Darbesi” nasıl ve kimler tarafından tezgâhlandı araştırılsın!..
Bu da yetmez;
Madem “kirli işler”in hepsi araştırılacak, o halde “Susurluk’taki kaza” ve “28 Şubat Darbesi” de araştırılsın!.. O dönemde yaşanan “hukuksuzluk”lar, “adaletsizlik”ler, “ceberrutluk”lar, “baskı” ve “zulüm”ler de araştırılsın!..
KİMİN PARMAĞI VARSA!
“Namlu”larını halka çeviren “tank”ları kimlerin yürüttüğü, “milletin inancı”na karşı “topyekün savaş”ı kimlerin başlattığı da araştırılsın!..
O dönemde yaşanan “keyfi gözaltı”lar, “işkence”ler, “brifingli yargıç ve gazeteciler” de araştırılsın!..
Kısacası;
“Bu kirli işlerde parmağı olan herkes” araştırılsın, herkesten hesap sorulsun!..
Öyle ya;
Biz “çiğ” yemedik!..
Dolayısıyla, bizim karnımız ağrımaz!..
Ve ayrıca;
“Yaramız yok ki, gocunalım.”
Evet, herkes araştırılsın!..
“Asker, sivil ve siyasi” olmak üzere, bu olaylarda kimlerin “parmağı” varsa ortaya çıkarlısın ve yakasına yapışılıp hesap sorulsun!..
Onlardan hesap sorulurken de, bu olaylardan kim “mağdur” olmuş, kim “itibarsızlaştırılmış” ise, onların da “itibar”ları iade edilsin, kaybettikleri “hak”lar geri verilsin!..
Dedim ya;
Biz “çiğ” yemedik...
Dolayısıyla karnımız ağrımaz!..
“Karnı ağrıyanlar” düşünsün!..
ETÖ’DE SAVUNMA ŞEHVETİ!
Yalnız, hemen söyleyelim:
Bugün; “Bütün kirli işler araştırılsın” deyip de, yarın “kirli işlerde parmağı olanlar” gözaltına alındığında veya tutuklandığında, hiç kimse cayırtı koparmasın!..
Malûm, Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarında böyle yapılmıştı... Halen de, “Bremen Mızıkacıları” gibi, hep bir ağızdan vaveylâ koparıyorlar:
“Bu, ne biçim tutuklama?.. Tutuklamalar tam bir cezaya dönüştü!”
Tamam, “tutukluluk süreleri” uzadı ama, bunun sorumlusu “yargı” değil ki!..
Dâvâyı, “sanıklar” uzatıyor!..
Pazartesi günkü Akit’in manşetinde yer alan haberi herhalde okumuşsunuzdur.
İkinci Ergenekon davasında tutuksuz yargılanan Fatma Sibel Yüksek; sanıklar ve avukatlarının kendilerini “savunma yapmanın şehveti”ne kaptırdıklarını belirterek, diyordu ki; “Tam bir ay süren savunmalar yapıldı, bu anlamda Av. Kemal Kerinçsiz ve İÜ eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun savunmaları tarihe geçecek hacimdedir.”
Malûm; ikinci “Balyoz Darbe Planı”, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ve “Odatv” davalarının ilk duruşmalarında, sanık avukatları “reddi hakim” talebinde bulunmuştu... Balyoz davasının 2. duruşması 49 gün sonra yapılmıştı... Odatv davasının ilk duruşması da “reddi hakim” talebi sebebiyle 36 gün sonraya bırakılmıştı... Birinci Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından avukat Kemal Kerinçsiz’in savunması 12 duruşma, yani “2 ay” sürmüştü!..
Hâl bu iken; kalkıp da; “Tutukluluk süreleri cezaya dönüştü” demenin bir anlamı var mı?..
Hem “ağız ishali”ne yakalanmış gibi “12 duruşma boyu” konuşacaksın, hem de “tutukluluk niye uzadı?” diye yakınacaksın!..
İşte bunun için diyorum ki;
Ya, “az ve öz” konuşacak ve dolayısıyla dâvâyı uzatmayacaksın, ya da “tutukluluğun uzaması”ndan yakınmayacaksın!..
Tutukluluğun uzaması, elbette iyi bir şey değil!.. Ama birader, bunun suçlusu “yargı” değil ki!.. Tutukluluğu “sanıklar” uzatıyor!.. Bunu yapıyorlar ki; Türkiye, dünya kamuoyunda zor duruma düşsün ve Türkiye üzerindeki baskılar artsın!..
SALİH MİRZABEYOĞLU OLAYI
Bir de, şöyle bir “argüman” geliştirmişler ki, iler-tutar yanı yok!..
“Siyasallaşan yargı, Hükümet’in istediği yönde kararlar veriyor... Bu adamların örgütle ne ilgisi olabilir?.. Onların tek yaptığı kitap yazmak, gazetecilik yapmak!.. Bir insan kitap yazdı, gazetecilik yaptı diye hiç suçlanır mı?”
Farzedelim ki, bu “argüman” doğrudur... Farzedelim ki; “kitap” yazan bir adamın “örgüt”le bağlantısı olamaz!..
Peki, o zaman sormazlar mı;
“Salih Mirzabeyoğlu da sadece kitap yazdığı için gözaltına alınıp, tutuklanmadı mı?.. Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’i gündemden düşürmeyenler, neden Salih Mirzabeyoğlu’nun adını hiç ağızlarına almıyorlar?”
Öyle ya;
Salih Mirzabeyoğlu da, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998’den bu yana, yani tam “11 yıldır” hapiste!..
Üstelik, “idam”la yargılandı!
Peki, “kitap” yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, “örgüt liderliği” ile suçlanıp “idam cezası”na çarptırılması hangi “kanun”da, hangi “hukuk”ta yazar?..
Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “siyasallaşan yargı” tarafından tutuklandığını iddia edenler, Salih Mirzabeyoğlu hakkında “idam” kararı veren yargının “hangi yargı” olduğunu açıklamalı değil midir?..
Demek oluyor ki;
Bunların “özgürlük” anlayışı da, sadece “kendileriyle sınırlı”dır!.. “Benim adamım özgür olsun da, diğerleri ne olursa olsun!” anlayışı, sadece “çelişki” değil, aynı zamanda “ikiyüzlülük”tür!..
BRİFİNGLİ YARGI’YA SES YOK!
Sahi, Mirzabeyoğlu nasıl gözaltına alındı, hangi “işkence”lere maruz kaldı, onun uğradığı işkencelerle kimler “alay” etti ve sonunda nasıl “idam”a mahkûm edildi?..
Buyrun, o süreci yeniden hatırlayalım.
Malûm, dünkü Akit’in manşetinde; “Brifingi aldı, idamı verdi” başlıklı bir haber vardı..
Bahçelievler davasından tutuklanan Haluk Kırcı ve Mehmet Ali Ağca ile 1. Ergenekon Dâvâsı sanığı Fuat Turgut’un avukatlığını yapan Doğan Yıldırım, Genelkurmay ve sivil uzantılarının hükümet yıkma planına bizzat şahitlik ettiğini söylüyordu... 1. Ordu Komutanlığı’na ait Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenmiş çok gizli bir toplantıya katıldığını söyleyen avukat Doğan Yıldırım, darbenin sivil kadrolarına bu toplantıda brifing verildiğini ifade ediyordu...
O “gizli toplantı”ya katılanlardan biri de, Hakim Metin Çetinbaş idi...
İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı... Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyordu...
Sormak lâzım değil mi;
Bugün “siyasallaşan yargı”dan dem vuranlar, “28 Şubat Süreci”nde keyfi kararlar veren “brifingli yargı”yı niye hiç hatırlamazlar?..
TEK SİLAHI KALEM’Dİ!
Söyleyin Allah aşkına;
Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline “silâh” almış mıdır?.. Eline; “kitap” yazmak için “kalem”den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl “örgüt lideri” sayılmıştır?..
Ali Bulaç’ın da yazdığı gibi;
6 No’lu DGM, 2001 yılında Mirzabeyoğlu’na “Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan, dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslam devleti kurmaya teşebbüs”ten 146/1 maddesi gereğince idam cezası verirken, onun fiili hiçbir eylemini delil gösterememiş, kitap ve dergilerindeki yazılarını referans göstermiştir ki bu gerekçe, Adana DGM tarafından reddedilmiş ve Mirzabeyoğlu’nun faaliyetlerinin “örgüt lideri” sayılmasına yeterli delil oluşturmayacağına karar vermiştir...
Bilirkişi sıfatıyla Gazi Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nurullah Aydın da, İstanbul DGM’nin kararının yeterli delil olamayacağını belirtiştir. Daha sonraları hukuki mevzuat değişmiş, ama Mirzabeyoğlu’yla ilgili “ağırlaştırılmış müebbet cezası” devam etmektedir.
Şimdi, bu karar da yeniden gözden geçirilmeli ve avukatların “karar tashihi” talepleri incelenmeli değil midir?..
HUKUK, AMA HERKESE!
Bu ülkede, gerçekten bir “hukuk kavgası” veriliyorsa, “devletin vukuatları”ndan dolayı gerçekten bir “yüzleşme” isteniyorsa; Dersim’den başlanarak, bütün “kirli bağırsaklar” temizlenmeli ve “mağdur”ların itibarları iade edilmelidir!..
Ama, “bütün mağdurlar”ın!..
Sadece “birkaç kişi”nin değil, “itibarsızlaştırılan” herkesin itibarı iade edilmelidir!..
Aksini savunmak,
“İkiyüzlülük”tür!..
“İkiyüzlüler”in bulunduğu bir ortamda ise, “ceberrutların saltanatı” devam eder.
Hukuk, sadece “Alevi”lere ve “candaş”lara değil, “herkese” lâzım!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
Al o karikatürü!..
Avrupa Parlamentosu’nun ev sahipliğinde AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile AB Genişleme Komiseri Stefan Füle’nin de katılımıyla gerçekleştirilen 67’nci Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısında Hollandalı aşırı ırkçı milletvekili Barry Madlener yine “şov” yapmış, “olay” çıkarmış!..
Hollanda’da, İslam’a karşı sert tavırları ile bilinen Geert Wilders’in liderliğini yaptığı Özgürlük Partisi’nden Avrupa Parlamentosu üyesi olan Madlener, Brüksel’deki toplantı sırasında, Bakan Bağış’a Türkiye’de tartışmalara yol açan bir karikatür hediye etmek isteyince ortalık karışmış!..
Madlener, oturumda söz alarak; “Türkiye gibi bir ülke AB’ye ait değildir. Çünkü geri kalmış İslami bir ideolojisi vardır ve bu Avrupa’ya ait bir durum değildir. İslam ve özgürlük bir arada yer alan iki kavram olamaz” demiş!..
Daha sonra da; çerçevelettiği, Bahadır Baruter’e ait, yargılanan karikatürü havaya kaldırıp, Egemen Bağış’a hediye etmek istemiş... KPK Karma Parlamento Eşbaşkanı Afif Demirkıran da; yanından geçerken müdahale ettiği Madlener’in elinden karikatürü almaya çalışmış!.. Bu sırada Bakan Bağış, “Bırakın gelsin, karikatürünü almayın” demiş!..
Karikatür yerde kalınca; Egemen Bağış, İngilizce olarak seslenmiş Madlener’e; “Onu al, münasip bir yerine koy!”
Egemen Bağış gibi sakin bir adam bu kadar kızdıysa, varın; Barry Madlener denilen “İslâm düşmanı”nın “küstahlık katsayısı”nı düşünün!..