İhtiyacımız olan sadece ‘inanç’ ve ‘şevk’...
Yıllarca ‘vitrin’lerde bulunan ve vazifeleri gereği üst seviyelerde muhataplar bulan ‘eğitimci’ bir dost, “Şu sıralar mağaradayım! Çıkmaya da niyetim yok!” deyince imrendim. “15 sene sonraya yatırım yapıyorum, kitap yazıyorum. Üstat da böyle yapmamış mıydı?” diye de ekledi... Mağarasından çıktığı nadir zamanlardan birinde rastladığım bu postmodern ‘Kehf/mağara’ ehli, ‘keyf’ ehlinin ve nefsin hiç de hoşuna gitmeyecek bazı düşüncelerin ilhamına vesile oldu.
Doğruydu, ikisi birden olmuyordu, oluyorduysa da zor zahmet, güç bela oluyordu; ya mağaraya çekileceksin ‘sosyal hayata ve rahata(!)’ veda edeceksin yahut ‘aksiyon’u tercih edip araziye ineceksin. İkisi birden zor gerçekten...
Geçtiğimiz hafta yüz yüze dinleme imkânı bulduğum, 87’lik, 27 dil bilen Bitlisli allâme Prof. Dr. Fuat Sezgin de öyle söylüyor: “Başarı için zühd ve takvâ gerekir” diyor. Okuma-yazma iştiyakı ile dünyevî arzu ve imkânların aynı kavşakta buluştuğu nâdirdir çünkü. Birinden birini seçeceksin! Madde ile mânânın da... Siyasi iktidarla takvânın da... Maddeten semiren manen zayıflıyor; manen semiren maddeten zayıflıyor...
‘İlim tahsili’, ‘ilmî üretim’, ‘fikrî telif’ zühd ve takvânın yanı sıra sabır ve tahammül de istiyor. İlmek ilmek dokunacak bir halı aceleyle ortaya çıkmaz. Teferruatta, ilmin kılcal damarlarında dolaşmak yahut kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle kullanarak ‘sağlam’ bir metin yazmak, hakkı verilirse, lâteşbih, bir annenin evlâdını dünyaya getirirkenki meşakkati gibidir; arındırır.
Muhteşemdir; Allah’ın bir fânîye verdiği nice kabiliyetler böyle gözükür; ahsenitakvim güneş gibi ortaya çıkar. Onun için bir âlim ölünce bir âlem ölür... Lâlettayin metinler için değil dediğim, dört başı mamur hakîkatli, esaslı, âbidevî eserler öyle kolay zuhur etmezler. Kanla yazılırlar... Bedeli vardır!
‘Aşk’ derecesine gelen bir okuma-yazma arzusu, ‘illet’ gibi algılanan bir ‘ilim talebi’ ‘bu cehdi’ insana verir. Bedel ödemeyi öğretir. Pişip yanma, dolup taşma hâli metanet verir kula; cesaret de. Kimi, nefsi için ‘mücahid’ olsa da soluğu kesilmeyen ‘mücahid’lerin imanı ‘taş’ gibidir. Irmaktaki ‘kaya’ gibidir onlar; suyun şiddeti arttıkça onların heybeti artar. Hareket etmezler çok; duruşlarıdır cümleâleme hem ibret hem haşyet veren...
Her musibete “Sen de geç!” demeleridir sıradan fânileri şaşırtan. Tek gündemleri vardır: Vazifeleri... Bugüne değil, yarına göre plan yaparlar. Bugünün hakkını vermeden yarını inşâ edemeyeceklerini bilirler. Yarının dünden daha yakın olduğunun farkındadırlar... Kalıcı olana, bekaya yatırım yaptıkları için Allah bu nevi beşere ‘izzet’ verir. Fâniye talip olup fenâ olanlara ‘zillet’ verdiği gibi.
“Yahu adam, sen kimi tarif ediyorsun?” demeyin lütfen. Kim varsa himmeti milleti olan böyledir işte. Ruh hali budur. Kalıcı eserler bırakan. Fenâya değil bekaya tâlip ve meftun olan böyledir. Vardır onlar ama insanlar arasındadır. Gizli-saklıdır. Kadir gecesi gibi yakalamak, kadrükıymetini bilmek, ölüm gibi tahmin etmek ve hazırlanmak güçtür.
Toplum, ülke, bölge ve nihâyet küre... Müthiş bir gürültü ve başdöndürücü bir hızla mukadder sona doğru gidiyor. Mücahede ve mücadele her sahada, her seviyede ve her ölçekte devam ediyor. İşte bu keşmekeş ve harrangürra içinde sükûnetli ve selâmetli bir mektepten yetişecek nesiller, üretilecek eserler sadra şifa olacak. Yeni bir medeniyet inşâsı, zihin ırmakları berrak akan ruhlarla mümkün olacak.
Daha önce nasip olan, zuhur edebilir bir kez daha. İhtiyacımız olan sadece inanç ve şevk... O kadar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.