AB’ye “Git başımdan!” diyebilmek
Beni sürekli okuyanlar hatırlayacak: Yıllar önce yazdığım bir yazıda, Avrupa Birliği’nin dağılacağından, bu yüzden girmekte acele etmemek gerektiğinden söz etmiştim.
Avrupa Birliği üyelerinde, ekonomik krize paralel olarak gelişen zıtlaşma, öngörümü pekiştirdi. Bu artık meçhul değil. Sayın Babacan bile ifade ediyor. Hatta bazı yabancı gazetelere haber oluyor.
Geçenlerde, iyi koku alan ABD gazetelerinden New York Times, 2014’ün, Türkiye açısından “AB’ye veda yılı” olabileceğini yazdı.
Görünen köy kılavuz istemez. Avrupa ekonomisi büyük bir sarsıntı geçiriyor. Her şey yolunda giderken “kuzu sarması” olmak kolay da, işler ters gitmeye başladığında birliği korumak zordur. Avrupa bu zorluğu soluk soluğa yaşıyor.
Ya “safra” (Yunanistan gibi) atacak ya da ekonomisi sorunlu ortaklarına sert yaptırımlar dayatacak...
Bu ikisi arasında bir tercih yapabilmek için de inisiyatif almak gerekiyor. Ortak inisiyatif oluşmayınca, Almanya ile Fransa aralarında anlaşıp duruma el koyuyorlar...
Diğer ortaklara tek tercih kalıyor: Ya iki güçlü ortağın kararlarına harfiyen uyacaklar, ya da dağılmayı göze alacaklar.
Şimdilik birinci şıkkı kabulleniyorlar: Almanya ile Fransa’nın kararlarına tabi oluyorlar. Bu da iki güçlü ülkenin daha da güçlenmesi anlamına geliyor.
Yeni durum, doğal olarak öncelikle İngiltere’yi (ki zaten Avro bölgesinde değil), sonra da diğerlerini tedirgin ediyor.
Kısacası Avrupa Birliği her an bir restleşmeye sahne olabilir.
Başlangıçta yapılan hata (ekonomisi zayıf ülkelerin Hıristiyanlık saikiyle birliğe alınması), başka hatalarla bütünlenerek gitgide içinden çıkılmaz bir hale geliyor.
Bu yüzden Avrupa Birliği’nin “birlik” vasfını daha ne kadar koruyabileceği tartışılıyor.
Ekonomisi güçlü Almanya’nın Fransa’yı da yanına alarak oluşturduğu “birlik içinde birlik”, zaruri olarak etkisini yaygınlaştırmak isteyecek, iki ülkenin dayatmaları ortakların oy çokluğunu ezip geçecek... Bu ise Avrupa Birliği ülkelerini, birliğin güçlü ortaklarının (Almanya ve Fransa) güdümüne sokacak...
Ekonomisi zayıf ortaklar bir biri arkasından (dün Yunanistan, bugün İtalya... Sırada İspanya, İrlanda, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Slovakya, Slovenya, Portekiz, Kıbrıs Rum Kesimi) acı reçetelerle sarsılacaklar. Dolayısıyla iç politikada zorlanacaklar, belki de hükümetler arka arkaya düşecek.
İtalya’nın “Kemer sıkma” politikasını açıklarken, Refah ve Çalışma Bakanı, Bayan Monti’nin gözyaşlarına boğulması boşuna değil. Monti, hem AB’nin, hem de İtalya’nın geleceğine ağlıyor.
Zaten koskoca Avrupa Birliği’nin Almanya ve Fransa’nın güdümünde ilânihaye gideceğine kimse ihtimal vermiyor.
Ortak kararlar çerçevesinde birliği sürdürmek ise artık eskisi kadar kolay olmayacak, zira Almanya, bir kere tadını aldıktan sonra, “önderlik” iddiasından bir daha vazgeçmeyecek. Çoğu karar alamadan dağılan bitmez-tükenmez toplantılarla iyice hantallaşan birliği sürüklemektense, Fransa ile birlikte alacakları kararları “tebliğ” etmek daha kolay...
Ne var ki, her an ortaklardan biri mızıkçılık edebilir ve ortaklıktan çekildiğini açıklayabilir. Bu da domino etkisi yapar. Birlik dağılır ya da isimden ibaret kalır.
Geleceği böylesine belirsiz bir yapıya Türkiye neden ısrarla girmek istesin?
Yakında pekâlâ “Git başımdan” diyebilir. Eften-püften gerekçelerle yıllardır kapıda bekletildiğimiz düşünülürse, bu da son derece mantıklı bir çıkış olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.