Fitne ve Kargaşa Ortamı
Kargaşa ve fitne ortamında yapılacak en iyi şey, her zaman olduğu gibi yine ve yeniden Allah’a sığınmaktır.
Allah’a sığınmak diyoruz da, peki bu nasıl olacak?
Elbette bu, O’nun Kelamına müracaatla, emir ve tavsiyelerine kulak vermekle ve gereğini yerine getirmekle olacak.
Biz de onu yapalım.
***
Maide suresinin 105.ayetine kulak veriyoruz:
“Ey iman edenler! Siz sadece kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yoldaysanız, sapıtanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır; işte o zaman yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir.”
Gelenekleri, görenekleri, atadan-babadan intikal eden örf ve adetleri, terk edemedikleri alışkanlıkları ve töreleri din yerine ikame edip bunlardan vazgeçmeyen, vazgeçemeyen insanları görürsünüz.
Onlara; “şu saçma sapan geleneklerinizi bırakın da, Allah’ın indirdiği mükemmel inanç sistemine ve bu sistemin biricik kaynağı olan Kur’an’ın pratik hayata aktarılmasında en güzel örnek olan Peygamberine gelin!” denildiği zaman onlar derler ki:
“Atalarımızdan gördüğümüz töre, gelenek, inanç ve alışkanlıklar, bizim için yeterlidir…”
Bu sözleriyle onlar, vahyin kendilerini inşa etmesine karşı çıkarak Kur’an’a müracaat etmeyi gereksiz bulurlar.
Böyle olanlar için Yüce Allah şu tespitte bulunuyor ve şu soruyu soruyor:
“İyi de, ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse ne olacak?”(Maide,104)
İşte can alıcı soru budur.
***
Dikkat edilirse aynı surede ayetler ardı ardına geliyor.
105inci ayet sorumluluğu şahsiliğe bağlıyor. Herkesin öncelikle kendisinden sorumlu olduğunu anlatıyor. Zaten kendi sorumluluğunu bilmeyenin başkasının sorumluluğuna karışmasına hakkı yoktur.
Ayrıca, kişi kendi sorumluluğunu yerine getirmemişken, atasıyla-babasıyla, hocasıyla-hacısıyla, soyuyla-sopuyla övülmesine veya yerilmesine bakılmaz.
Kendi geleceğini, inanç ve amelini başkalarına ihale veya havale etmek de böyledir.
104üncü ayetteki soru bu yüzden çok anlamlıdır.
Ya ataları, dedeleri, babaları, hocaları, kılavuzları, kısacası peşinden gittikleri kimseler bilmiyorlar ve yanlış yolda iseler, onları körü körüne taklit etmeye devam mı edecekler?
Yoksa, Allah’ın vahyine kulak verip iman ve amelini test edip kendi hayatını gözden mi geçirecekler?
Geçmişten devraldığımız bütün mirasın doğruluğundan nasıl emin olabiliyoruz?
Onlar, böyle yapmışlardı, böyle yaşamışlardı, böyle düşünmüşlerdi deyip hepsini doğru kabul etmemiz mümkün mü?
Gözü kapalı bunlara evet dediğimiz takdirde ne büyük bir sorumluluğun altına girdiğimizi, ne tehlikeli bir maceraya sürüklendiğimizi düşünebilmeliyiz.
Ne demek istiyorsun, yoksa geçmişi inkar mı ediyorsun diyenler olacaktır.
Onlara, manipülasyon yapmaya hiç gerek yok diyor ve sadece ayet-i kerimeye atıf yapmak istiyorum.
Ayette geçen husus; geçmişi inkâr değil, geçmişi körü körüne taklittir.
Fıkıh’ta şer’an kabul gören kaynaklar sayılırken “şer’u men kablena” da zikredilir.
Dolayısıyla İslam’ın tevhid akidesine ve temel esaslarına aykırı düşmeyen önceki dinlerin uygulamaları, toplumsal alışkanlıklar ve gelenekler kabul edilmiştir.
Burada reddedilen, İslam’a aykırı düşünce ve yaşantılardır.
***
İslam akidesine ve yaşantısına ters herhangi bir unsurla karşılaşıldığı zaman “Neden böyle yapıyorsun, bu İslam’a aykırı değil mi?” dendiğinde genellikle alınan cevap şudur: “Biz böyle gördük, böyle aldık, biz buna inanır, bunu yaparız!..”
İşte Allah Teâlâ da böyle soruyor: “Ya onlar gerçeği bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse ne olacak?..”
Allah’ın vahyine kulak vermek, O’na sığınmak ve O’nun talimatları doğrultusunda yaşamaktan daha emin bir yol olabilir mi?
Fitne ve kargaşadan uzak durmak da, ancak böyle mümkün olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.