Erdoğanın sağlığı İstanbulu gerdi!
Restoranda, yılbaşı partisinde bir araya geldiğim herkes Başbakan Erdoğanın sağlığını soruyor.
Rahat bir soru değil, endişe dolu...
Düne kadar Erdoğandan şikayetçi görünen kesimler bugün Başbakanın sağlığı konusunda en çok endişe duyanların başında geliyorlar.
Çok doğal...
Çünkü özel konuşmalarda Erdoğan ve AK Partiden ne kadar şikayetçi olursa olsunlar, İstanbul sermayesinin öndegelen isimleri, bugün 10 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde daha varlıklı.
Evet, muhafazakar kesimden de yeni zenginler çıkıyor ama İstanbulun köklü sermaye gruplarına yaklaşabilen yok.
10 yıl önce 200-500 milyon dolarla ölçülen servetler bugün 3-8 milyar dolarlar seviyesine çıktı.
Özelleştirmeden özel hayata kadar her alanda girişimcilere rahatsızlık veren mafya piyasadan silinmiş durumda.
Türkiye Cumhuriyeti pasaportlu işadamı olmak eskiden dezavantaj iken bugün önemli bir itibar kaynağı haline gelmiş, girişimci sınıf dünyanın her yanında devletin varlığı ve desteğini arkasında hissediyor.
Yine 10 yıl öncesinden farklı olarak üreticiye sorumsuz biçimde O ne veriyorsa, ben 5 fazlasını vereceğim diyen popülist siyaset uygulamaları da sona ermiş. Bütçe disiplinine büyük önem veren, seçim ekonomisi uygulamayan bir iktidar işbaşında.
O nedenle Erdoğan hakkında gerçek hissiyatı ortaya çıkıyor İstanbul sermayesinin.
2002 öncesine dönmekten en çok onlar korkuyor çünkü... Merak etmesinler, aldığımız bilgilere göre Başbakan Erdoğanın sağlığı gayet iyi.
KCK yanlış yaptı devlet de yapıyor
PKK devletin çözüm iradesini zayıflık olarak gördü. Elini çok güçlü gördüğü için pazarlık çıtasını yükseltmeye çabaladı, kanlı eylemlere imza attı.
Devletin katlanamayacağı tek şey varsa, o da zaafiyet içinde görünmektir.
KCK ve PKK bu gerçeği okuyamadı.
Sivillerin elinin giderek güçlendiğini, bitip tükenmeyen çatışmadan bıktığını da göremedi. Sonuç itibariyle bugün başını kaldıramaz hale geldi.
Kışın dağda sığınacak yeri bile bulmakta zorlanıyor, kırsal kesimde halk militanların yerini güvenlik güçlerine ihbar ediyor.
Devletin eli güçlendi.
Ama Abdullah Öcalan yakalandığında da güçlenmişti ve Türkiye bu fırsatı doğru kullanamadı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Beşir Atalayın açıklamaları bu açıdan umut verici.
Kürt kimliği ve dili önündeki engellerin kaldırılması, şiddet içermeyen her türlü düşüncenin yasal takip dışında kalacak olması önemli adımlar.
Dileriz, bu sözler en kısa zamanda yerine getirilir. Ancak bütün bunlar yapılırken atılmakta olan adımlara da dikkat etmek gerekiyor. KCK operasyonu kapsamında kimi bilim insanları ve gazetecilerin tutuklanması rahatsızlık veriyor.
Geleceğe ilişkin umut verirken bugüne de önem vermek gerekiyor.
Türkiye, Fransız halkını kazansın
Etyen Mahçupyan pazar günü şöyle bir değinmiş geçmiş ama üzerinde durulması gereken bir öneri getirmiş.
Soykırımı inkar edenlere yönelik düzenlemenin yanlışlığı kadar, Türkiyenin bu gelişime gösterdiği tepkinin de yanlış olduğu konusunda herkes hemfikir.
Artık burada diplomatik bilek bükme güreşinin ötesine geçmesi ve doğrudan Fransız halkını kazanmayı hedeflemesi lazım. Türkiyenin gönlünü kazanacağı her Fransızın, Sarkozynin seçim kampanyasına bir darbe indireceği de hesaba katılmalı. O nedenle, Fransızların doğrudan cüzdanını etkileyecek ve iki ülke arasında onarılmaz yaralar açacak ekonomik boykot çağrıları yerine, iki halkı yakınlaştıracak formüller üzerinde durulmalı.
Mahçupyanın ortaya attığı Fransızlara özel turizm kampanyaları iyi bir fikir.
Türk Hava Yolları, dünyanın her yerindeki Fransızlara özel fiyat uygulaması yaparak kriz ortamında ülkemize gelmelerini ve bizi daha iyi tanımalarını sağlayabilir. Başbakan, Fransız televizyonlarına verilecek ilanlarda konuşup Fransızları doğrudan Türkiyeye davet edebilir. Aynı şekilde, Le Monde gibi önde gelen gazetelere 3-4 gün üst üste verilecek ilanlarla Türkiyenin gerçek duruşu dile getirilebilir.