Din Düşmanlarına Adalet
Bendeniz İslam dinine iman etmiş bir mü'minim. Dinime saldıran, mukaddesatımı tahkir eden, Müslümanlara düşmanlık yapan agresif, harbî, militan, zalim dinsizleri hiç sevmem, onlardan nefret ederim. Onlar benim dinime düşman, dolayısıyla bana düşman, ben de onlara düşmanım.
Ancaaak:
Onlara düşmanım ama adaletsizlik yapmam.
Düşmanların da hakları vardır, onları çiğnemem.
Onları yaptıkları zulümlerle suçlarım, yapmadıkları zulümlerle suçlamam.
Onlar adaletsizlik yaparlar, ben yapmam.
Onlara karşı kalemimle savaşırken İslamî kuralların dışına çıkmam doğru olmaz.
Çünkü benim dinim adaleti ve insafı emr ediyor.
Müslüman, İslam medeniyeti ile medenî insandır.
İslam dini, âdil kanunlara göre yargılayan âdil bir mahkemenin kesinleşmiş kararı ile suçu sâbit olmadıkça sivillerin beraatlerini (suçsuzluğu) esas kabul eder.
İslam'da sivillere yargısız infaz yoktur.
Türkiye Müslüman bir ülkedir. Bu ülkenin büyük çoğunluğu Müslümandır. Millî kimlik ve kültür İslam üzerine müessestir (kuruludur). Militan, azgın, agresif İslam düşmanları azınlıktadır. İslam'a ve Müslümanlara saldırdıkları için zalimdirler, haksızdırlar, suçludurlar. Onlara tolerans göstermek, Müslüman çoğunluk için intihar olur ama yine de kesinlikle adaletsizlik yapılamaz.
Onlar için iki çıkış yolu vardır:
Ya Müslüman olurlar.
Müslüman olmazlarsa, Müslümanlarla barışır, İslam'a düşmanlık etmezler.
Yakın tarihimizde agresif, zalim, harbî, militan İslam düşmanları ne gibi zulümler yapmıştır?.. Bunlar saymakla bitmez. Birkaçını zikr edeyim:
(1) Çoğunluğu ve dominant unsuru oluşturan, ülkenin gerçek sahibi Müslümanların kimlik ve kültürlerini inkar ettiler ve onları zorbaca metotlarla değiştirmeye kalktılar.
(2) Müslümanların temel insan haklarını ve hürriyetlerini çiğnediler.
(3) Nice Müslümanı uyduruk mahkeme kararlarıyla veya yargısız idam ettiler, mahkemelerde süründürdüler, zindanlarda çürüttüler, tehdit ve baskılarla sindirdiler.
(4) Müslümanların hukuk sistemini, onların rağmına değiştirdiler.
(5) Müslümanların on binlerce tarihî vakıf camiini, mescidini, tekke ve zaviye binasını, taş mektebini, imarethanesini yıktılar, sattılar, kiraya verdiler, süflî işlere tahsis ettiler.
(8) Tarihî İslam mezarlıklarını düzlediler.
(9) Ezan-ı Muhammedî okunmasını yasakladılar, okuyanlara katil ve cani muamelesi yaptılar.
(10) Zikrullah yapılmasını yasakladılar.
(11) Din alimi, fakih yetiştiren medreseleri kapattılar.
(12) Ümmet-i Muhammed'i başsız bıraktılar.
(13) Namaz kılanlara, oruç tutanlara gerici dediler.
(14) Uzun yıllar boyunca hacca gitmeyi yasakladılar.
(15) İslam kadınlarının ve kızlarının örtülerini parçaladılar.
Bu zulümlere sahip çıkan, bu yapılanlar iyidir diyen bazıları düşmanlıklarını ve saldırganlıklarını sürdürüyor.
Öncekilerin yapmış olduğu zulümlerin hepsi de insan haklarına, adalete, insafa, bilgeliğe, vicdana aykırıydı.
Aynı yolda yürüyenlerin düşmanlıkları, lisan ile yaptıkları hakaretler de hep zulümdür.
Bu yaptıklarının dünyada ve âhirette hesabını verecekler ve cezasını çekeceklerdir.
Biz Müslümanlar kimliğimizi, kültürümüzü, varlığımızı, hürriyetimizi, hukukumuzu, haysiyetimiz koruyacağız ama bunu adaletsizlik yapmadan, zulme sapmadan yapacağız inşaallah.
* (İkinci yazı)
Camilerdeki Sıralar ve Dolaplar
Bendeniz İstanbul'da bazı camilerin arka tarafında sinema koltukları gibi sıra halinde oturaklar gördüm.
Allah razı olsun Diyanet fetva heyeti bu gibi sıraların İslam ibadethanelerine yakışmadığına, kaldırılması gerektiğine dair karar verdi ama bazıları hâlâ duruyor.
Hiç lüzumu yok iken, durup dururken camilere sıralar, sandalyeler, tabureler koyma işini kimler çıkartmıştır? Sakın bu işin içinde bir bityeniği olmasın?
Dinde reformcuların, dinde yenilikçilerin, "üç ibrahimî dincilerin", Fazlurrahmancıların işi midir bu?
Bizim dinimiz, Şeriatımız, fıkhımız ayakta duramayanların, dizlerini bükemeyenlerin, secde edemeyenlerin nasıl namaz kılacaklarını açıkça anlatıyor. Bu durumda olan kimseler her zaman bulunmuştur.
On dört asır boyunca camilere, mescitlere sıra, sandalye konulmamış da bu devirde birdenbire bu bid'at nasıl çıkmıştır.
M. Kemal Paşa, İsmet Paşa, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat zamanlarında bile böyle bir şey yapılmamıştı.
Sakın bu iş dinde reformcuların gizli ve sinsi bir marifeti olmasın?
Erkekleri camiye sokmayıp, kadınlarla doldurmak gibi.
Hutbelerde M. K. Paşaya rahmet okumalar gibi. (Niçin Kazım Karabekir Paşayı, öteki paşaları zikr etmiyorlar?)
Beş vakit namazı üç vakitte eda etmek gibi. (Ehl-i Sünnet mezheplerinin hiçbirinde -hac ve sefer dışında- böyle bir şey yoktur.)
Kur'an Yahudileri İslam'a çağırmıyor bâtıl iddiaları gibi.
Kur'an Hıristiyanları İslama çağırmıyor sapık iddiaları gibi.
Acaba bazıları üç hak ibrahimî din vardır, camilerimizi, sıralar sandalyeler koyarak o mekanları kiliselere ve sinagogları benzetelim mi diyorlar?
Bunlar ilhamlarını Farmason Afganî'den, Farmason Abduh'tan, Farmason Reşid Rıza'dan mı alıyorlar?
Bu adamların bazıları Mehmed âkif deyip duruyor. Bilmiyorlar mı, ki, merhum Âkif, camilerde hakikî Kur'anın yerine benim tercümemi okutturulur korkusuyla bunca yıl emek vererek, göz nuru dökerek hazırladığı o güzel tercümesini yaktırtmıştır.
Ülkemizde birileri din konusunda ne dolaplar çeviriyor.
Ramazan'da İslam büyükleriyle, Müslüman hocalar ile iftar etmeyip de; patriklerle, papazlarla, zangoçlarla, pastörlerle, monsenyörlerle neşeli ve muhabbetli iftarlar yapanların gayeleri nedir?
Yahudiler ve Hıristiyanlarla diyalog yapılıyor da, Müslümanlarla niçin yapılmıyor?
Öncelikle Müslümanların kendi aralarında diyalog yapıp birleşmeleri gerekmez mi?
Evet, camilere konulan sıralar ve sandalyeler mâsum bir ihtiyaç için midir, yoksa bunda bir dolap mı vardır?
Sıralar, sandalyeler, dolaplar...