Kadının biri, bir gün hamur yoğururken!
Fıkrayı bilirsiniz... Sanıyorum, ilk önce Dengir Mir Mehmet Fırat anlatmıştı... Kadın, evde hamur yoğurmaktadır... Olacak ya, bir ara, sesli bir şekilde yellenir... Adam, karısına; Ayıp olmadı mı hanım der... Hiç olmazsa, bir özür beklemektedir!.. Kadın, pişkinliğe vurur ve kel alâka bir cevap verir: Ama sen de geçen yıl baltanın sapını kırmıştın!
Çok çok affedersiniz;
Osuruktan bir cevap!
Öyle ya;
Yellenme ile hem de geçen yıl kırılan balta sapının ne alâkası var?.. Eğer yellenmiş isen özür diler, o an kapatırsın meseleyi... Geçen yıla gitmenin ne âlemi var?.. Ne yani, kel alâka bir konuyu gündeme getirmekle haklı çıkacağını mı sanıyorsun?..
AKİTE KEL ALÂKA ELEŞTİRİ!
Bazı yazar müsveddelerinin yaptığı da, yellenen kadının yaptığından pek farklı değil... Akıllarınca Akitin haberine cevap verecekler ama; iflâs etmiş Yahudi tüccar gibi, ellerinde malzeme kalmadığından eski defterleri karıştırıyorlar!..
Efendim, olan şu:
Akitin 2 Ocak günkü manşetinde CHPnin gizli plânı başlıklı bir haber vardı ya, haberde de gizli plân şöyle açıklanıyordu ya;
Ergenekon tutuklusu Mehmet Haberal, annesini ziyaret maksadıyla Ankaraya gittiğinde aniden hastalanacak ve daha önce olduğu gibi yerinden kımıldatılması halinde hayati tehlike teşkil edeceği yönünde bir rapor hazırlanıp hastanede kalması sağlanacak... Bu arada; TBMM Başkanvekili CHPli Güldal Mumcunun, Genel Kurulu yönettiği gün beklenecek ve Haberal apar-topar Meclise götürülüp, yemin ettirilecek!.. Dolayısıyla, tekrar Silivriye götürülmesi engellenecek.
İşte bu haber üzerine; yellenme ayıbını yazmak yerine, geçen yıl kırılan baltanın sapını dillerine dolayan bazı içi geçmiş yazarlar demişler ki;
Bu gazete var ya; dâvâlardan kurtulmak için hep isim değiştirir!.. Tazminat dâvâsı açarsınız ama karşınızda muhatap bulamazsınız!.. Ya mahkeme tebligatını almazlar, ya da başka yollara başvururlar!
Söyleyin Allah aşkına; bu yazılanların Akitin haberi ile ilgisi ne?..
Bu yazılanların;
Çok affedersiniz, osuran kadının bahanesinden ne farkı var!..
Niye eskilere gidiyorsun ki; önünde taze bir olay var, ona dair bir söyleyeceğin varsa, onu söyle!..
Kalkmış, geçen yıl kırılan baltanın sapını hatırlatıyorsun!..
YAPTIĞI, YAPACAĞININ TEMİNATI!
Eğer araştırmacı isen, Akitin gündeme getirdiği iddiayı araştır!..
Böyle bir plân var mı, yok mu?..
Mehmet Haberal, böyle bir plâna uygun bir isim midir, değil midir?..
Madem geçen yıllara takılıp kalmışsın, o zaman Haberalın hastaneye nasıl yatırıldığını, orada kimlerle ne görüşmeler yaptığını, ifadeye çağrılınca, hakkında; Yerinden kımıldatılması halinde ölebilir diye nasıl raporlar hazırlandığını, onu tedavi(!) eden doktorların; Haberalı devlet bile gelse elimizden alamaz dediğini araştır!..
Eğer araştırırsan, görürsün ki;
Haberal, bu tür düzmece raporlarla, tam 670 gün boyunca Haseki Hastanesinde kalmıştı!.. Dahası; 698 gününü de hastanelerde geçirmişti!..
Yerinden kımıldatılırsa ölebilir denilen adam daha sonra Silivri Cezaevine götürülmüş ama şu işe bakın ki; bırakın ölmeyi, burnu bile kanamamıştı!..
Dahası; yerinden kımıldatılırsa öleceği söylenen adam, CHPden aday bile yapılmış ve seçilmesi sağlanmıştı...
Bütün bunlar komik olmuyor da, Akitin haberi komik oluyor, öyle mi?..
İNSANÎ DEĞİL, SİNSİ!
Belli ki, sen araştırmacı gazeteci filân değilsin!.. Herhalde yaşlılıktan olsa gerek, beynin sulanmaya başladığı için, karıştırmacı gazeteci olmuşsun!..
Hep karıştırıyorsun!..
Sap ile samanı, yellenme ile baltanın sapını karıştırıyorsun!.. Eğer, minik bir kuş kadar beynin olsaydı, 698 günlük hastane keyfi ile CHPnin gizli plânı arasında bir bağlantı olabileceğini düşünür, bu plânda rolü olanlar için de; Oha!.. Çüşş!.. Bu iş, bu kadar da aleni yapılmaz ki! derdin!..
Ama, dedim ya;
Senin beynin sulanmış!..
Zaten, minik kuş kadar beynin vardı, ne yazık ki, o da sulanmış!..
Sen, en iyisi mi; elindeki kalemi bırak da; 1999 depreminde yıkılıp, yenisi yapılan Yalovadaki yazlığına çekil ve orada derin bir kış uykusuna çekil!..
Belki hafıza sulanmasından kurtulur ve olayları birbirine karıştırmazsın!..
Tabiî, bu karıştırma işini bilinçli yapmıyorsan!.. Bana öyle geliyor ki; yellenmeye bahane bulmak için, baltanın sapını özellikle gündeme getiriyorsun!..
Ne o;
Locadan emir mi aldın?..
Kim, ne derse desin;
Akit, birilerinin tekerine çomak sokmuş ve gizli plânları deşifre etmiştir!.. Yoksa, Saldır Colar, bu kadar hızlı harekete geçmezdi!..
Unutmayalım;
Ergenekon operasyonlarını da böyle sulandırmaya çalışmışlardı!..
Şimdi de;
Sinsi bir plânı,
İnsanî diye yutturmaya kalkıyorlar!
ERDOĞANDAN DURUM TESBİTİ
Madem yellenme ile baltanın sapı gibi, kel alâka benzerlikten yola çıktık, devam edelim öyleyse...
Malûm; Başbakan Tayyip Erdoğan, ameliyat olduktan 41 gün sonra dün AK Parti Grubunda konuştu, BDP ve CHPye sert çıkışlar yöneltti.
Özetle dedi ki;
¥ Taziyeye, başsağlığı dilemeye, acıyı paylaşmaya gelmiş kaymakamı öldüresiye dövmek, linç etmek, benim Kürt kökenli kardeşimin değil, o insan diye geçinen müsveddelerin işidir.
¥ CHPnin bu hadiseyi (Irak sınırındaki olay), 33 kurşun, Mustafa Muğlalı olayıyla eş tutması çok ciddi bir sorumsuzluk örneğidir.
¥ Mustafa Muğlalı olayı CHPnin eseridir. Bizzat CHP tarafından da hesap sorulması engellenen bir olaydır. Vanın Özalp ilçesinde bir kışladan Mustafa Muğlalı ismini indiren de AK Parti iktidarı olmuştur.
¥ Bazı densizler çıkıyor, bu olay üzerinden, Bu ülke bölünmüştür diyor. Sen kimsin, kimi temsil ediyorsun, kimin adına konuşuyorsun? Siz silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz.
¥ Cenazeleri bile etnik kökenleriyle tasnif edenler, insanlıktan nasibini alamayanlardır. Cenazeleri bile Kürt-Türk diye ayıranlar, iblisin yolunda, şeytanın izinde yürüyenlerdir.
¥ İstanbulda bu acı hadiseyle ilgili olarak yaptıkları basın toplantısının görüntülerini izlediniz değil mi? Güya acı içindeler ama kameraların önünde kahkahalar atmaktan çekinmeyecek kadar insafsızlar, vicdansızlar.
Bu ifadeler, yorum değil, gerçekçi tesbitlerdir... Yani, Başbakan; çok güzel bir CHP ve BDP tasviri yapmıştır!..
ULUDEREYE APOLU CEVAP!
Buna verilecek cevap ne olmalıdır?..
Çıkar, dersin ki;
Bunlar yalandır, iftiradır!
Sonra, eline belgeleri alır, olayların nasıl cereyan ettiğini tek tek anlatır ve eğer varsa, Başbakanın sözlerindeki çarpıtmaları gözler önüne serersin!..
Ama BDP ne yapıyor?..
Yellenen kadının, geçen yıl kırılan baltanın sapı bahanesine sarılması gibi, alıyorlar yanlarına Barış Anneleri denilen bir grup kadını, dayanıyorlar Erdoğanın Meclisteki makam odasının önüne!.. Tabiî, yanlarında BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP Milletvekilleri de var!..
Ne demelerini beklersiniz?..
Yeter artık!.. Akan bu kan dursun!.. Analar ağlamasın!.. demelerini değil mi?
Ama, hayır!..
Erdoğanın kapısının önünde bağırıyorlar; Önder Apodur!.. Artık onun özgürlüğünü istiyoruz!.. Önder Apoya özgürlük istiyoruz!
Söyleyin Allah aşkına;
Uluderede 35 kişinin ölmesi ile Apoya özgürlük istemenin ne alâkası var?.. Askerlerin, teröristlerin ve Uluderede 35 vatandaşın ölmesinin sorumlusu zaten Apo değil mi?..
Bu, Barış Anneleri denilen grubun 35 canın hesabını sormasını anlarım ama Apoya özgürlük istemeleri, tam da; yellenmeye karşı baltanın sapı bahanesine sarılmaya benzemiştir!..
PKK, KORUCU DÜŞMANI!
Kaldı ki, Uludere sınırında ölen insanların çoğu korucular ve onların çocuklarıdır!.. PKK da, işte bu korucuları hedef almış; En ağır şekilde cezalandıracağız demişti... PKK, o korucuları dün ölüm listesine alırken, bugün BDPnin ölümlerin istismarını yapması nasıl izah edilir acaba?..
Demek oluyor ki;
Kandilin talimatı böyle!..
Çünkü, Erdoğanın dediği gibi, Kandil onay vermezse, bunlar tuvalete bile gidemezler!..
Uzun lâfın kısası;
Kimi Locadan emir alıp yazıyor, kimi de Kandilden emir alıp, konuşuyor!..
Alsınlar almasına da;
Sap ile samanı karıştırmasalar!..
Efelenmeye kalkınca komik oluyorlar!
Onlar da anne!
Ne tevafuk değil mi?..
Kendilerine Barış Anneleri diyen bir grup kadının, Başbakanın Meclisteki odasının önünde protesto eylemi yaptığı saatlerde, Uludere Kaymakamı Naif Yavuz da, görevine başlıyordu.
Öyle bir kaymakam ki; taziye için gittiği köyde saldırıya uğrayınca; başka bir yere tayini önerilmiş ama o, hayır demiş, rapor bile almadan dün görevine dönmüştü.
Uludere halkı, onu yalnız bırakmadı...
Çok sayıda Uludereli, araçlarıyla geldikleri Şırnaktan, Uludereye kadar kaymakamlarına eşlik ettiler.
Kaymakamlık binasının önündeki karşılama ise, görülmeye değerdi... Hepsi bir yana da; bir annenin, kaymakamı kucaklaması ona evlâdı gibi sarılması vardı ki; buna devlet-millet kucaklaşması denir!..
O an; bir bu anneye baktım, bir de Barış Anneleri denilen kadınlara... Sonra da, sordum kendi kendime; Erdoğanın kapısına dayananlar annedir de, kaymakama sarılan kadınlar anne değil mi?
Tablo, birbirine o kadar zıt ki;
Uluderedeki annelerin gözlerinden sevgi akıyor, BDP güdümündeki annelerin ise gözlerinden nefret ve öfke fışkırıyor!..
Acaba, gerçek anne hangisidir!.. Gözlerinden sevgi akanlar mı, nefret ve öfke fışkıranlar mı?.. Kararı size bırakıyorum...