Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kadının biri, bir gün hamur yoğururken!

Kadının biri, bir gün hamur yoğururken!

Fıkrayı bilirsiniz... Sanıyorum, ilk önce Dengir Mir Mehmet Fırat anlatmıştı... Kadın, evde “hamur yoğurmakta”dır... Olacak ya, bir ara, sesli bir şekilde yellenir... Adam, karısına; “Ayıp olmadı mı hanım” der... Hiç olmazsa, bir “özür” beklemektedir!.. Kadın, pişkinliğe vurur ve “kel alâka” bir cevap verir: “Ama sen de geçen yıl baltanın sapını kırmıştın!”

Çok çok affedersiniz;

“Osuruktan bir cevap!”

Öyle ya;

“Yellenme” ile hem de geçen yıl “kırılan balta sapı”nın ne alâkası var?.. Eğer “yellenmiş” isen “özür” diler, o an kapatırsın meseleyi... “Geçen yıl”a gitmenin ne âlemi var?.. Ne yani, “kel alâka” bir konuyu gündeme getirmekle “haklı” çıkacağını mı sanıyorsun?..

AKİT’E KEL ALÂKA ELEŞTİRİ!

Bazı “yazar müsveddeleri”nin yaptığı da, “yellenen kadın”ın yaptığından pek farklı değil... Akıllarınca “Akit’in haberi”ne cevap verecekler ama; “iflâs etmiş Yahudi tüccar” gibi, ellerinde “malzeme” kalmadığından “eski defterleri” karıştırıyorlar!..

Efendim, olan şu:

Akit’in 2 Ocak günkü manşetinde “CHP’nin gizli plânı” başlıklı bir haber vardı ya, haberde de “gizli plân” şöyle açıklanıyordu ya;

“Ergenekon tutuklusu Mehmet Haberal, “annesini ziyaret” maksadıyla Ankara’ya gittiğinde “aniden hastalanacak” ve daha önce olduğu gibi “yerinden kımıldatılması halinde hayati tehlike teşkil edeceği” yönünde bir “rapor” hazırlanıp hastanede kalması sağlanacak... Bu arada; TBMM Başkanvekili CHP’li Güldal Mumcu’nun, “Genel Kurul’u yönettiği gün” beklenecek ve Haberal apar-topar Meclis’e götürülüp, “yemin” ettirilecek!.. Dolayısıyla, tekrar Silivri’ye götürülmesi engellenecek.”

İşte bu haber üzerine; “yellenme ayıbı”nı yazmak yerine, “geçen yıl kırılan baltanın sapı”nı dillerine dolayan bazı “içi geçmiş yazar”lar demişler ki;

“Bu gazete var ya; dâvâlardan kurtulmak için hep isim değiştirir!.. Tazminat dâvâsı açarsınız ama karşınızda muhatap bulamazsınız!.. Ya mahkeme tebligatını almazlar, ya da başka yollara başvururlar!”

Söyleyin Allah aşkına; bu yazılanların “Akit’in haberi” ile ilgisi ne?..

Bu yazılanların;

Çok affedersiniz, “osuran kadın”ın bahanesinden ne farkı var!..

Niye “eski”lere gidiyorsun ki; önünde “taze bir olay” var, ona dair bir söyleyeceğin varsa, onu söyle!..

Kalkmış, “geçen yıl kırılan baltanın sapı”nı hatırlatıyorsun!..

YAPTIĞI, YAPACAĞININ TEMİNATI!

Eğer “araştırmacı” isen, Akit’in gündeme getirdiği “iddia”yı araştır!..

Böyle bir plân var mı, yok mu?..

Mehmet Haberal, böyle bir plâna uygun bir isim midir, değil midir?..

Madem “geçen yıl”lara takılıp kalmışsın, o zaman Haberal’ın “hastane”ye nasıl yatırıldığını, orada “kimler”le ne görüşmeler yaptığını, “ifadeye” çağrılınca, hakkında; “Yerinden kımıldatılması halinde ölebilir” diye nasıl “rapor”lar hazırlandığını, onu “tedavi”(!) eden doktorların; “Haberal’ı devlet bile gelse elimizden alamaz” dediğini araştır!..

Eğer araştırırsan, görürsün ki;

Haberal, bu tür “düzmece raporlar”la, “tam 670 gün” boyunca “Haseki Hastanesi”nde kalmıştı!.. Dahası; “698 gün”ünü de hastanelerde geçirmişti!..

“Yerinden kımıldatılırsa ölebilir” denilen adam daha sonra “Silivri Cezaevi”ne götürülmüş ama şu işe bakın ki; bırakın ölmeyi, burnu bile kanamamıştı!..

Dahası; “yerinden kımıldatılırsa öleceği” söylenen adam, “CHP’den aday” bile yapılmış ve seçilmesi sağlanmıştı...

Bütün bunlar “komik” olmuyor da, Akit’in haberi “komik” oluyor, öyle mi?..

İNSANÎ DEĞİL, SİNSİ!

Belli ki, sen “araştırmacı gazeteci” filân değilsin!.. Herhalde “yaşlılık”tan olsa gerek, “beynin sulanmaya başladığı” için, “karıştırmacı gazeteci” olmuşsun!..

Hep karıştırıyorsun!..

“Sap” ile “saman”ı, “yellenme” ile “baltanın sapı”nı karıştırıyorsun!.. Eğer, “minik bir kuş” kadar beynin olsaydı, “698 günlük hastane keyfi” ile “CHP’nin gizli plânı” arasında bir “bağlantı” olabileceğini düşünür, bu “plân”da rolü olanlar için de; “Oha!.. Çüşş!.. Bu iş, bu kadar da aleni yapılmaz ki!” derdin!..

Ama, dedim ya;

Senin beynin sulanmış!..

Zaten, “minik kuş” kadar beynin vardı, ne yazık ki, o da sulanmış!..

Sen, en iyisi mi; elindeki kalemi bırak da; “1999 depremi”nde yıkılıp, yenisi yapılan “Yalova’daki yazlığı”na çekil ve orada derin bir “kış uykusu”na çekil!..

Belki “hafıza sulanması”ndan kurtulur ve olayları birbirine karıştırmazsın!..

Tabiî, bu “karıştırma” işini “bilinçli” yapmıyorsan!.. Bana öyle geliyor ki; “yellenme”ye bahane bulmak için, “baltanın sapı”nı özellikle gündeme getiriyorsun!..

Ne o;

“Loca”dan emir mi aldın?..

Kim, ne derse desin;

Akit, birilerinin tekerine “çomak” sokmuş ve “gizli plân”ları “deşifre” etmiştir!.. Yoksa, “Saldır Co”lar, bu kadar hızlı harekete geçmezdi!..

Unutmayalım;

“Ergenekon operasyonları”nı da böyle “sulandırmaya” çalışmışlardı!..

Şimdi de;

“Sinsi” bir plânı,

“İnsanî” diye yutturmaya kalkıyorlar!

ERDOĞAN’DAN DURUM TESBİTİ

Madem “yellenme” ile “baltanın sapı” gibi, “kel alâka” benzerlikten yola çıktık, devam edelim öyleyse...

Malûm; Başbakan Tayyip Erdoğan, ameliyat olduktan “41 gün sonra” dün AK Parti Grubu’nda konuştu, BDP ve CHP’ye “sert çıkışlar” yöneltti.

Özetle dedi ki;

¥ “Taziyeye, başsağlığı dilemeye, acıyı paylaşmaya gelmiş kaymakamı öldüresiye dövmek, linç etmek, benim Kürt kökenli kardeşimin değil, o insan diye geçinen müsveddelerin işidir.”

¥ “CHP’nin bu hadiseyi (Irak sınırındaki olay), ‘33 kurşun, Mustafa Muğlalı olayıyla’ eş tutması çok ciddi bir sorumsuzluk örneğidir.”

¥ “Mustafa Muğlalı olayı CHP’nin eseridir. Bizzat CHP tarafından da hesap sorulması engellenen bir olaydır. Van’ın Özalp ilçesinde bir kışladan Mustafa Muğlalı ismini indiren de AK Parti iktidarı olmuştur.”

¥ “Bazı densizler çıkıyor, bu olay üzerinden, ‘Bu ülke bölünmüştür’ diyor. Sen kimsin, kimi temsil ediyorsun, kimin adına konuşuyorsun? Siz silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz.”

¥ “Cenazeleri bile etnik kökenleriyle tasnif edenler, insanlıktan nasibini alamayanlardır. Cenazeleri bile Kürt-Türk diye ayıranlar, iblisin yolunda, şeytanın izinde yürüyenlerdir.”

¥ “İstanbul’da bu acı hadiseyle ilgili olarak yaptıkları basın toplantısının görüntülerini izlediniz değil mi? Güya acı içindeler ama kameraların önünde kahkahalar atmaktan çekinmeyecek kadar insafsızlar, vicdansızlar.”

Bu ifadeler, “yorum” değil, “gerçekçi tesbit”lerdir... Yani, Başbakan; çok güzel bir “CHP ve BDP tasviri” yapmıştır!..

ULUDERE’YE APO’LU CEVAP!

Buna verilecek cevap ne olmalıdır?..

Çıkar, dersin ki;

“Bunlar yalandır, iftiradır!”

Sonra, eline “belge”leri alır, “olayların nasıl cereyan ettiğini” tek tek anlatır ve eğer varsa, Başbakan’ın sözlerindeki “çarpıtma”ları gözler önüne serersin!..

Ama BDP ne yapıyor?..

“Yellenen kadın”ın, “geçen yıl kırılan baltanın sapı” bahanesine sarılması gibi, alıyorlar yanlarına “Barış Anneleri” denilen bir grup kadını, dayanıyorlar “Erdoğan’ın Meclis’teki makam odası”nın önüne!.. Tabiî, yanlarında BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP Milletvekilleri de var!..

Ne demelerini beklersiniz?..

“Yeter artık!.. Akan bu kan dursun!.. Analar ağlamasın!..” demelerini değil mi?

Ama, hayır!..

Erdoğan’ın kapısının önünde bağırıyorlar; “Önder Apo’dur!.. Artık onun özgürlüğünü istiyoruz!.. Önder Apo’ya özgürlük istiyoruz!”

Söyleyin Allah aşkına;

“Uludere’de 35 kişinin ölmesi” ile “Apo’ya özgürlük” istemenin ne alâkası var?.. “Asker”lerin, “terörist”lerin ve “Uludere’de 35 vatandaşın ölmesi”nin sorumlusu zaten Apo değil mi?..

Bu, “Barış Anneleri” denilen grubun “35 can”ın hesabını sormasını anlarım ama “Apo’ya özgürlük” istemeleri, tam da; “yellenme”ye karşı “baltanın sapı” bahanesine sarılmaya benzemiştir!..

PKK, KORUCU DÜŞMANI!

Kaldı ki, Uludere sınırında ölen insanların çoğu “korucular ve onların çocukları”dır!.. PKK da, işte bu “korucu”ları hedef almış; “En ağır şekilde cezalandıracağız” demişti... PKK, o korucuları dün “ölüm listesi”ne alırken, bugün BDP’nin “ölümlerin istismarı”nı yapması nasıl izah edilir acaba?..

Demek oluyor ki;

“Kandil’in talimatı” böyle!..

Çünkü, Erdoğan’ın dediği gibi, Kandil onay vermezse, bunlar tuvalete bile gidemezler!..

Uzun lâfın kısası;

Kimi “Loca”dan emir alıp yazıyor, kimi de “Kandil”den emir alıp, konuşuyor!..

Alsınlar almasına da;

“Sap” ile “saman”ı karıştırmasalar!..

Efelenmeye kalkınca “komik” oluyorlar!



Onlar da anne!

Ne “tevafuk” değil mi?..

Kendilerine “Barış Anneleri” diyen bir grup kadının, “Başbakan’ın Meclis’teki odası”nın önünde “protesto eylemi” yaptığı saatlerde, Uludere Kaymakamı Naif Yavuz da, “görevine” başlıyordu.

Öyle bir “kaymakam” ki; “taziye” için gittiği köyde “saldırı”ya uğrayınca; “başka bir yere tayini” önerilmiş ama o, “hayır” demiş, “rapor bile almadan” dün görevine dönmüştü.

Uludere halkı, onu yalnız bırakmadı...

Çok sayıda Uludereli, araçlarıyla geldikleri Şırnak’tan, Uludere’ye kadar kaymakamlarına eşlik ettiler.

Kaymakamlık binasının önündeki karşılama ise, görülmeye değerdi... Hepsi bir yana da; bir “anne”nin, “kaymakamı kucaklaması” ona evlâdı gibi “sarılması” vardı ki; buna “devlet-millet kucaklaşması” denir!..

O an; bir bu “anne”ye baktım, bir de “Barış Anneleri” denilen kadınlara... Sonra da, sordum kendi kendime; “Erdoğan’ın kapısına dayananlar annedir de, kaymakama sarılan kadınlar anne değil mi?”

Tablo, birbirine o kadar “zıt” ki;

Uludere’deki “anne”lerin gözlerinden “sevgi” akıyor, “BDP güdümündeki anneler”in ise gözlerinden “nefret ve öfke” fışkırıyor!..

Acaba, “gerçek anne” hangisidir!.. Gözlerinden “sevgi” akanlar mı, “nefret ve öfke fışkıran”lar mı?.. Kararı size bırakıyorum...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi