Türkiyenin kâbusları
BDPnin Meclise girmesi veya grup kurması demokrasi gereği olabilir.
Lakin sonuçları itibarıyla onların Meclise girmeleri katılımcı demokrasiye mi hizmet etti yoksa demokrasiyi geriye mi götürdü? Demokrasiyi kötüye kullanırsanız ancak kösteklersiniz. Demokrasi yöntem olarak iyi bir sistemdir lakin siz onun muhtevasını kötülükle doldurursanız kötü sonuç verecektir. Saltanat için de tersi söylenebilir. Yöntem olarak ideal değildir lakin siz onun içini iyi doldurursanız demokrasiden daha olumlu sonuçlar verebilir. Reşit demokrasi ancak reşit adamlarla kaimdir. Yoksa propaganda aşamasında kalır. BDPlilerin Meclis karnelerinden veya davranışlarından üç sonuç çıkarılabilir. Bunlardan ilki, AKPnin iktidarsızlaştırılmasıdır. AKPnin bölgedeki varlığını bölünme arzularının önündeki son engel olarak görüyorlar. Nitekim, belediye seçimlerinden sonra seçim haritasının Kürdistan haritasına işaret ettiğini savunmuşlardır. Şimdi bu haritanın önündeki tek engeli AKP görüyorlar. Eskiden MHPnin bölgede gövde gösterisi yapamadığını söylerler ve övünürlerdi. Şimdi Uludere olayından sonra AKPyi de MHPye ilhak etmek istemektedirler. Bu planın bir sonucu olan Uludere Kaymakamına yapılan linç girişiminde Hasip Kaplanın rolü sorgulanıyor. Yatıştırıcı veya kışkırtıcı olduğuna dair çifte rivayet var.
Şimdi devlet nefretinin yerine veya paraleline AKP nefretini ikame etmiş bulunuyorlar. İkincisi, BDPli vekiller kasıtlı veya kasıtsız bir biçimde Meclisi kilitliyorlar. Bölgeyle alakalı olarak her ham konuşmalarından sonra arbede çıkıyor. Sanki 1890lı yıllarda Ermenilerin yaptığı gibi dış müdahaleye işmar ediyor veya en azından yabancıların dikkatini çekmeye çalışıyor gibiler. Hasip Kaplan ile İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Mehmet Metiner ve Sırrı Süreyya Önderin Meclis kürsüsünden düelloları Meclisin kilitlendiğini ve demokrasi kültürünün geriye gittiğini göstermektedir. Kaplanlar gibi yerli yersiz öfkelenen ve ortaya çıkan Hasip Kaplan gibiler demokrasi disiplinine girebilir mi? BDPlilerin üçüncü hedefi ise yeni anayasa çalışmalarını çıkmaza sokmaktır. Bunu da başardılar sayılır. Zira uzlaşarak değil de dayatarak ve kendi güdümlerinde ve ölçütlerinde bir anayasa istemektedirler. Bundan dolayı şimdiden anayasa çalışmaları da çıkmaza girmiş sayılır.
Uludere meselesini tepe tepe kullanıyorlar. Zira BDP ve PKKnın kimyası yapıcılık değil yıkıcılık üzerine müessestir. Onlarla Risale-i Nur anlayışı üzerinden köprü kurmak isteyenler yanılıyorlar. Serap peşinde koşuyorlar. Zira Risale-i Nur anlayışı ile PKK anlayışı taban tabana zıttır ve Risale-i Nur yapıcılığı esas alırken PKK ve türevleri yıkıcılığı esas almaktadır. Meclisteki davranışları bunun tezahürüdür. Dolayısıyla halkı onların tasallutundan kurtarmak gerekiyor. Sırrı Sakık adeta Ermeni tezlerini Meclis kürsüsüne taşımıştır. Farz edelim ki Türkler Ermenileri katlettiler! Bunu tek başlarına mı yaptılar? Sonra Ermeni tezleri gerçek olsa veya kabul edilse Sırrı Sakıkın orada işi ne? Zira Ermenilerin tarihi hak ettiği toprakları temsil etmektedir. Onun yerinde kürsüde bir Ermeni olması gerekirdi. Hoş kendisi fiziken Ermeni olmasa bile manen Ermenilerin tezlerini savunmaktadır. O da ayrı bir garabettir! Yani kin ve öfke basiretlerini bağladığından dolayı yıkıcılık anlamında her şeyi birbirine karıştırıyorlar. Gerçekten de DTPnin Mecliste temsili demokrasinin fiilen geriye gitmesine neden olmaktadır. Zira Meclis kapıştırma yeri değil yatıştırma ve çözüm bulma yeridir. Halbuki, Kaplan gibi iki de bir kontrolsüz refleksler ortaya koyan Hasip Kaplan gibiler demokrasinin altını oyuyor. Bugün Kenan Evren 12 Eylül darbesiyle ilgili yargılanmaktadır. Zira darbe sürecinin olgunlaşmasını beklemiştir. Lakin yine de doğru bazı sözleri vardır. 12 Eylül öncesindeki demokratik atmosfere gönderme yapan Kenan Evren birbiriyle çekişen partilere bindikleri dalı kesiyorlar anlamında: Yedikleri kaba pisliyorlar demişti.
Meclis Genel Kurulunda Uludere gerginliği üzerine BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan; Bu çocukların, resimlerini rüyanızda görene kadar bu kürsüde anlatacağım. Bu kürsüde kâbusunuz olacağım sözlerini sarf etmiştir. Gerçekten de Mecliste ve dışında ve basında birileri Türkiyenin kâbusu haline gelmiştir. Devlet halkını katlediyor başlıkları sapla samanı birbirine karıştırmak ve tamim etmektir. Selahattin Demirtaşın Uludere olaylarından sonra bu ülke artık bölünmüştür demesi ağzındaki baklayı çıkarmasıdır. Gülten Kışanakın kürsüden kışkırtıcı konuşmaları ile Uludere olayının bağlamından çıkartılması ve adeta şehit halife Hazreti Osmannı kanlı gömleği haline getirilmesi ibret vesilesidir. İktidar merkezinin veya en azından bir kısmının Medine veya Kufe yerine Şama taşınması için Hazreti Osmanın kanlı gömleği bahane edilmiştir. Şamda kanlı gömlek günlerce ve belki aylarca teşhir edilmiştir. Uludere olayları da benzeri bir istismara vesile olmaktadır. BDP ve PKK kan üzerine siyaset yapmaktadır ve kanla başlattıkları sürecin bazı yanlış sonuçlarını istismar etmektedirler. Kanlı iktidar oyununu bıraktıkları an şikayet ettikleri meselenin kendiliğinden çözüldüğünü göreceklerdir. Kin ancak kanlı süreçleri besler ve ona hizmet eder. PKK ve yandaşlarının en iyi bildikleri husus da budur. Maalesef BDPli bazı isimler Türkiyenin ve Kürtlerin kanlı kâbusu olmuşlardır. Keza onlara hizmet eden bazı karanlık odaklar ve onların basındaki uzantıları ülkenin kâbusu haline gelmişlerdir. Kanla ve kan edebiyatından beslenmektedirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.