Faruk Çakır

Faruk Çakır

Keşke herkes işini yapsa

Keşke herkes işini yapsa

Demokrasi, bir bakıma da ‘(yanlış) yapanın, yaptığının yanına kâr kalmadığı’ sistemin adıdır. Bir asra yakındır, ‘yanlış yapanın, yaptığı bu yanlış, yanlarına kâr kaldığı için’ ülkemiz bir türlü arzu edilen hür ve demokrat bir ülke olamadı. Hesap sorma, sistemli bir şekilde işlese muhtemeldir ki, bugün tartıştığımız pek çok konuyu tartışıyor olmazdık.
Eski (kendi ifadesine göre 26. başkan) Genelkurmay Başkanlarından İlker Başbuğ, hakkındaki ağır iddialar dolayısıyla ifadesi alındığı mahkemece tutuklandı ve Silivri Cezaevine konuldu. Bundan sonra sürecin nasıl işleyeceğini hep beraber göreceğiz.
Gazeteler, bu tutuklama vesilesiyle bir ‘ilk’i hatırlattılar. Buna göre cumhuriyet tarihinde tutuklanan ilk Genelkurmay Başkanı, merhum Adnan Menderes’in göreve getirdiği Rüştü Erdelhun olmuş. Fakat, onun ‘suç’u çok garip: Darbeye karşı çıkmış!
İşte Türkiye’yi yanlışa sürükleyen de bu anlayıştır. “İş”ini yapanı suçlayan, onun tutuklanmasını netice veren bir anlayış, gele gele neredeyse elinde silâh bulunduran herkesi “başka işler” yapmaya sevk etmiş. Sivil iktidarlara karşı her zaman itiraz eden, kendilerini ‘sahip,’ iktidarları ise ‘kiracı’ olarak gören bu anlayış sahipleri neticede hesap verir duruma geldi. Dünyadaki iklimin değişmesi de elbette bu hadiselerde rol oynuyor.
Haberler doğru ise, tutuklanıp cezaevine gönderilen eski genelkurmay başkanı, “Benim için en ağır ceza bu suçlamadır. (...) Kötü amacım olsa 700 bin kişilik gücü elinde tutan bir komutan olarak başka yolları denerdim” demiş. (HaberTurk, 6 Ocak 2012)
Aslında, elinde silâh bulunduran kişilerden “Hayır, biz bürokratız ve sivil yönetime tâbiyiz” demesini beklerdik. Yoksa, “Elimde imkân vardı, darbe yapabilirdim, ama yapmadım” anlamına gelen bir yaklaşım; hür ve demokrat bir ülkede ifade edilmemeliydi.
Daha önce de benzer hadiseler yaşandı ve “Yok, bu mümkün değil. O kişi bunu yapmaz. Koca komutana bu yapılır mı?” şeklinde beyanlar sarf edildi. Sonra görüldü ki, ihtimal verilmeyen bazı hadiseler yaşanabiliyormuş. Bu tartışmada da en başta ‘imza’lar inkâr edildi. Belgeler ortaya çıkınca bu sefer başka bahaneler ileri sürüldü.
Peki, ne edip de darbecileri darbe sevdasından vazgeçirebiliriz? Bir defa, Türkiye’nin en önemli meselelerinden birinin bu sevda olduğunu bilmeliyiz. Devamında da, elinde silâh tutanları bu yola sevk eden eğitim sistemini mutlak surette değiştirmeliyiz. Az çok şunu hepimiz biliyoruz ki, askerî okullardaki eğitim sistemi günün şartlarına uygun bir sistem değildir. Tabiî ki uygun olmayan yön, teknik altyapı değil. Belki maddî altyapı bakımından en iyi eğitim bu okullarda veriliyor. Ama aynı şeyi, okullarda anlatılan ‘bilgi’ler için de söyleyebilir miyiz? Yoksa hâl⠓Her şeyin sahibi biziz. Siviller bu işi bilmez, beceremez. Onlar ‘tencere’yi kirletir, temizlemek bizim işimiz” anlayışı mı dikte ediliyor?
Malûm, “Tencereyi pislettiler” deyimi 12 Eylül darbesine imza atanların iddiasıydı. Aradan yıllar geçti ve her kötülüğün altından darbe ve ihtilâl anlayışı çıkmak suretiyle asıl tencereyi pisletenlerin ‘darbeciler’ olduğu anlaşıldı ve anlaşılıyor.
İsimlerden bağımsız olarak, sivil siyasete müdahale eden ve etmek için plan yapan herkes mutlak surette hesap vermelidir. Kişileri cezalandırıp, bu anlayıştaki ‘kişi’leri yetiştiren ‘bozuk eğitim sistemi’ni düzeltmeyi aklımıza getirmezsek kalıcı çareye ulaşamayız. Ne yapıp edelim, kötü sistemi düzeltelim ve bunun ilk işimiz olduğunu da hiç unutmayalım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi