Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Kablolu Hayat!

Kablolu Hayat!

Cabir b. Abdullah’a ait bir kervanın Medine’ye Cuma vakti girişi üzerine Allah Rasulü’nü hutbe verirken on iki erkek bir kaç kadın dışında Rasulüllahı camide yalnız bırakıp bütün cemaat kervana koştu. Peygamber Efendimiz, kendisini yalnız bırakan bu insanları şöyle uyarıyordu. “Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Sizin için asıl korkum, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan korkuyorum.” Allah Rasulü bu olay üzerine “Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli basardı. Müslümanların üzerine ateş yağardı.” Buyurmuşlardı.

Peygamber Efendimizi çok üzen bir başka olay Huneyn seferinin ardından yaşanmıştı. Hevazin ganimetleri pay ediliyordu. Akra b.Habis ve Uyeyne b.Hısn gibi henüz müslüman olmadığı halde Müslümanların saflarında yer alan bedevi liderlerinin kalplerini İslam'a ısındırmak için ganimetten fazla fazla pay verilmişti.Bu duruma itiraz eden Ensar'ı,"Onlar mal ile dönerken siz Allah'ın Rasulüyle dönüyorsunuz"diyerek teskin etmiştiPeygamberimiz. Bu esnada çok daha yakışıksız olaylar oldu. Peygamber Efendimiz, ganimet dağıtırken etrafına toplanan bir kısım aç gözlü insanlar onun orasını burasını çekiştirmeye başlamış, hatta bu itiş-kakış sonucunda elbisesi yırtılırken pelerini de omuzundan düşmüştü. Bu güruh Allah Rasulünü öylesine zor durumda bırakmışlardı ki, o kendine has haliyle "Elbisemi bırakın! Elbisemi bırakın!" diyordu. Daha da çirkin olanı, bu sırada sözkonusu güruhun içinden birinin paylaşımın âdil olmadığını ifade ederek zalim bir kavme adalet öğreten Rasulüllaha "Adil ol ey Muhammed!" diye çıkışmasıydı. Bu terbiyesizlik Allah Rasulü'nü öylesine kızdırmıştı ki, çok kızdığı ender zamanlarda kabaran alın damarı yine kabarmıştı. Allah Rasulü kendisine yapılanları İsrailoğulları'nın Hz. Musa'yla yaptıklarıyla kıyaslayacaktı: "Allah ve Rasulü âdil olmasın da kim âdil olsun? Allah Musa'ya rahmet etsin. Kendisine bundan fazla eziyet edildi, yine de sabretti."

Bugünkü dünyevileşme mantığıyla, kadim çağlardaki "ilkel" dünyevileşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik buluyoruz. Aslında bu şaşılacak birşey de değil. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Bizim "dünyevileşmiş tip" dediğimiz bu insanın bütün zamanlar ve mekanlar da bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi, şan, şöhret, makam ve mevki. Dünyevileşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para. Bir de buna belki magazin, futbol, bilgisayar-internet teknolojisi ilave edilebilir. Dünyevileşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, davası varsa davasını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karunlaşmış bu tip, Müslüman olduğu zaman, "Allah rızası, hizmet, tebliğ, davet, ihlas, cihad, bereket, tekbir" gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Hepsinin de mantığı, ortak özelliği tek. Hepsi de tüketimi körükler, rantçıdır, menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de menfaatlari neyi gerektiriyorsa o zaman herşey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Sabit çivileri olmadığı için daire de çizemezler. Her yerde oldukları için hiçbir yerde değiller.

İster yozlaşma deyin, ister dejenerasyon, ister dünyevîleşme. Adını ne koyarsanız koyun “koruma barajları” yıkıldı. Önüne geleni sürüklüyor. Yalnız başımıza veremeyeceğimiz bir mücadele başladı. Derdi, sancısı, iç sızısı olan, kemiyete değil, keyfiyete bakan insanların bir araya geleceği, birbirine sahip çıkacağı bir mücadele. Baş örtülülerin sayısının fazla olması, namaza giden gençlerin artması, gönüllü kuruluşların hizmetleri, vs. gidişatı görmemize mani olmamalı. Muhafazakâr kanalların programına çıkan tesettürlü bayanların yarım sayfa reklam fotoğraflarına bakmanız yeterli. Burun deliklerinden tutun, dişlerindeki çürükleri göreceğiz neredeyse! Edeb-hâyâ, sadelik, tabiilik, meşrû zemin, helal-haram, günah sevap hassasiyeti nerede kaldı? Ne Van depremi, ne sarsılan “aile depremi” kimin umurunda! İnternetin yıktığı yuvaları, yaşarken öksüz bırakılan yavruları, meşrûiyet kazandırılmaya çalışılan haramları, “kaçamak”ları, Dine uyma değil de dini kendine uydurmaya çalışan müçtehidleri(!) ne yapacağız? Yılbaşı rezaletlerine katılan insanlar kimin! İç dünyamıza, zihnimize, melekelerimize uyuşturucu zerk edilmiş de haberimiz mi yok? Herkes memnun, herkes hayatını yaşıyor. Evlerde bile ayrı kamplar kurulmuş. Necip Fazıl yaşasaydı “Ahşap Konak” piyesindeki üç kata dört, belki de beşinci katı ilave ederdi. Hassasiyetlerimiz, duygusallıklarımız, şefkat-merhamet, sevgi-saygı dolu dünyamız gitmiş, “robotlar dünyası”nın mekanik hayatı ikame edilmiş sanki. İnsanlar, “kablolu bir hayat”ın parçası. İmamından cemaatine kablosuz insan görebiliyor musunuz? Tek safı bile tamamlayamayan cemaatın imamı yaka hopörlörü takarak namaz kıldırıyor. Halimiz bu!

Bütün bu yozlaşmaya iyi insanlar nasıl direnecek? Teslim olmadan, inandığını yaşayarak, çoluk-çocuğuna sahip çıkarak bu vartaları nasıl atlatacak? Elde kor taşımak bu olsa gerek.

Nimetlerin de musîbetlerin de farkında değiliz. Şuur kaybı içindeyiz. İç dünyamıza dönüp nefs muhasebesi yaptığımızda bozulan taraflarımızı görmek istemiyoruz. Bir günde duyguların allak bullak olduğuna çok şahit olduk. Sevgilerin silindiğine, yerini tarafgirliğin aldığına da… Hele bütün bunları, “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse hemen Allah’a sığın” âyetiyle birlikte düşündüğünüzde daha da ürperiyorsunuz. Bir de Peygamberimizin şu ikazını ekleyin buna: “Şeytan insanoğlunun kalbi üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflete düşerse vesvese verir. Şeytan damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım.” Ve şeytanla iç içe, yan yana yaşadığımız bir dünyada kalplerin kaymasına karşı müteyakkız olmak gerekiyor.

Bunalıyorum, daralıyorum. Dua âyetleriyle iltica ediyor, secdeye kapanıyorum. Secdedeki sıcaklığı duymayanların “gönül üşümeleri” ne ile ısınacak? Başka sığınak yok çünkü.

“Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz iman ettik. Bizi affet (günahlarımızı bağışla) Ve bizi cehennem ateşinin azabından koru. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Rabbim! Beni tek başıma bırakma! O herkesin hesaba çekileceği gün, beni utandırma. Mahcub etme. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak, yanılacak olursak, bizi sorgulama! Bizi bağışla, bize merhamet et. Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi