O Pembekent nerededir?
Muhterem Serkarin beyefendiye:
İşler çok iyidir, memlekette huzur refah, saadet ve âsâyiş vardır. İleride daha da güzel ve pembe günler göreceğiz deyip duruyorsunuz ama manzara hiç de sizin dediğiniz gibi değil. Felaketin, afetin, rezaletin biri gidiyor, ardından üç beş sene sonra bir başkası geliyor.
İyi ki, ülkemizde nükleer santral yok. Olsaydı ve bu hengame içinde (sıkıntılı ve dikkatsiz bir çalışanın yanlış düğmeye basmasıyla) patlasaydı vatan yaşanmaz hale gelirdi.
Bazı afet ve felaketlerden halkın haberi bile yok. Çevresinde on milyonlarca vatandaşın yaşadığı Marmara denizi açık bir lağıma dönmüş, üzerinde durmuyoruz.
Bazı felaketleri de kanıksamışız. Yüz karası, utanç verici, cinayet gibi trafik kazaları oluyor, aldırdığımız yok.
Ahlak çok bozuldu. Zina yaygın hale geldi. Fındık fıstık gibi uyuşturucu satılıyor. Bunlar müzmin felaketler, kanıksamışız.
Gülünç denecek kadar az maaşlarla, haksız hukuksuz köle statüsünde çalıştırılan on binlerce vekil muallim feryat ediyor, aldıran yok.
Kemik sıyıran ve yalayan rantçılar hayatlarından çok memnun. Ufuklar pembe...
Düzenin üvey evladı milyonlarca fakir ve sefil vatandaş ağlıyor. On iki yıllık ilköğretim ve lise tahsili esnasında, 1926'dan önceki Türkçeyi okuyup yazamayan milyonlarca cahil gencimiz var.
Kalabalıktan, trafikten patlayacak hale gelen İstanbul lisan-ı haliyle feryat ediyor.
Şehrin her tarafından on binlerce yeni yüksek bina inşa ediliyor. Bunlar da dolunca trafik kördüğüme dönecek.
Düzen şırasıyla sarhoş olmuş milyonlarca Müslüman sabah namazlarında horul horul uyurken camiler boş.
Serkarin beyefendiciğim, şu sizin pembe ufuklarınız neredeyse ne olur, kerem edin, adres verin de bari gidip oraya yerleşeyim, ben de huzur içinde pembeleşeyim.
Uludere'de mi? Hakkari'de mi? Şırnak'ta mı?
İstanbul'da bazı pembe semtler ve siteler varmış ama benim mâlî gücüm oralarda oturmaya yetmez.
Fitnesiz fesatsız, itsiz uğursuz, mafyasız, rüşvetsiz, haramsız, sarhoşsuz, vukuatsız, trafik kazasız, insanlarının birbirinin meleği olduğu, toplu taşıma vasıtalarında gençlerin yaşlılara yer verdiği huzur ve saadet dolu Pembekent acaba nerededir?
Bir bilsem, oraya tamamen yerleşmesem bile en azından gider on beş gün keyfimce tatil yaparım pespembe.
* (İkinci yazı)
Çoğunluğun Daha Eşit Olması Gerekmez mi?
ORWELL'in Hayvan Çitliğinde (Domuzlar Diktatörlüğü) bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir.
Bizim yakın tarihimizde de böyle olmuştur. Bütün halk eşittir ama bazı egemen azınlıklar daha eşittir.
Selanikliler daha eşit, daha hür, daha hâkim.
Kemalistler öyle.
Masonlar öyle.
Çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlar daha az eşit...
Hâlâ da bazı konularda öyle değil mi?
Kadın nüfusun yarıdan fazlası başını örtüyor ama Meclis'te bir tek başörtülü milletvekili yok.
Binlerce kadın hukukçu, başları örtülü olduğu için avukatlık, hakimlik, savcılık yapamıyor. Bütün kadınlar eşit değil midir? Elbette eşittir ama başı açık olanlar daha eşittir.
Masonlar ülkemizde çok küçük bir azınlıktır. Lakin anayasal hak ve hürriyetlerin şemsiyesi altında rahat rahat localarında Mason âyini yapabiliyorlar. Müslümanlar ise tekkelerinde zikrullah yapamıyor. Niçin? Masonlar, Müslümanlardan daha eşittir. Müslümanlar Masonlar kadar eşit değildir.
Norveç krallığı anayasasında Norveç'in resmî dini, Norveç Lüteryen kilisesidir. Norveç'te din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti vardır. Resmî kilise ile birlikte diğer dinlere de alabildiğine hürriyet verilmiştir mealinde maddeler vardır.
Madem ki, eşitlik var ama bazıları daha eşit olacak; öyleyse çoğunlukta olan, dominant faktörü teşkil eden Sünnî Müslümanların daha eşit olması gerekmez mi?
Azınlıklar daha eşit, çoğunluk onlar kadar eşit değil... Türkiye'deki sistemin, demokrasinin, insan haklarının büyük ve çetin bir açmazıdır bu.
Normal olan çoğunluğun daha eşit olması değil midir?
Domuzların daha eşit olduğu bir çiftlikte gerçek demokrasi ve temel haklar olduğu söylenebilir mi?